ALİ NECİP'İN HİKÂYE DİYARINDA
Ali Necip
ERDOĞAN’ın yeni hikâye kitabı “Korkuluğun Düşü” yayımlandı. Kitabı okurken her
bir hikâyede ayrı bir mecraya açılıyor ve bu mecrada yeni dünyalara giriyor
veya kendinizi o dünyalara ait farklı kesitlerde buluyorsunuz. Öyle ki bazen
kendinizi İstanbul açıklarında bir geçiş kapısından sizi siz yapan en temel
varlık ve değerlerle ilgili zaman ve mekânı aşan bir boyutta buluyorsunuz,
bazen bir notanın ayak ucunda oturup hayatınızın en hüzünlü anlarıyla
yüzleşiyorsunuz. Korkuluğun Düşü’nde kişiler ve mekânlar özgün, anlatım da
tutarlı bir örgüye sahip olduğu için hikâyeler gayet başarılı. Vaka ve ifade
ediş birbirini boğmuyor. Bu noktada çoğu yazarın uzağına düştüğü başarıyı Ali
Necip Erdoğan yakalamış görünüyor. Hikâyelerin temaları, kendi dilince konuşan
varlıklar dünyasında gerçek-düş geçişkenliğiyle verilmiş. Kurgular ise geçmiş-bugün,
varlık-ayna, asıl-görüntü, Rıza-değili, avcı-av, usta-acemi gibi karşıtlıklar
bütünü üzerinde inşa edilmiş.
Bu yazıda
öncelikle Korkuluğun Düşü’nü oluşturan hikâyelerin tema ve anlatımını
inceleyerek tümünün hem dayandığı hem yöneldiği temaları belirleyerek derin
yapıda hangi temanın yattığını açığa çıkarmaya çalışacağız. Hikâyelerin kurgu
ve anlatımı üzerine bazı eleştirilere de yer vereceğiz.
Genel Bakış: “Korkuluğun Düşü”ndeki
hikâyeler tema, anlatım ve bakış açısı yönünden uyumluluk gösteriyor. Bu uyum,
hikâyelerin kendi bütünlükleri içinde olduğu gibi hikâyelerin oluşturduğu
kitabın bütününde de görülüyor. Bu bağlamda yazarın vurgulamaya çalıştığı
ana/derin temayı da belirlemek mümkün oluyor. Bununla birlikte kitaptaki
hikâyeler birbiriyle tematik uyuma sahip olmasına rağmen kitabın bütünlüğü
içinde “Avlanıyorum” ve “Büyük Karşılaşma” adlı hikâyeler diğer hikâyelerden
ayrışıyor. Özellikle “Avlanıyorum”, anlatımı ve bakış açısı yönünden bu kitapta
yeri yokmuş hissi veriyor. “Avlanıyorum”da anlatım birinci tekil kişi üzerinde,
zamansal geriye dönüşlerle birlikte gerçekçi bir anlatıma sahip. Hikâyede avla-n-mak
vurgusu üzerinden av yaparken kurdun avı durumuna düşmek anlatılıyor fakat bu
av, kurt gibi gayet somut ve vahşi bir varlık üzerinden değil de cin peri gibi
soyut bir varlık üzerinden olsaydı kitabın bütünlüğüne uyardı. Kitabın
sonundaki “Büyük Karşılaşma” adlı hikâye ise anlatım açısından iyi bir hikâye
olmasına rağmen “vatan” vurgusuyla kitabın bütüncül temasıyla uyumlu değil.
Hikâyede zaman akışında geriye dönüşler ve geleceğe dönük mesajlar da var. Bu
bağlamda çoklu bir zaman kullanımı söz konusu ama zaman geçişleri arasında
kopma var. Geriye dönüşler anlatım içine yedirilse hikâye daha da güzel olurdu.
Ayrıca hikâyenin kahramanı olan çocuğun isminin “Vatan” oluşu ve bu kelime
üzerinden vatanla ilişkimizin vurgulanması -Avla-nıyorum’da olduğu gibi- isim
ve fiile yüklenen anlamla birlikte yapaylık hissi oluşturuyor, kelimelere
gereksiz yükle/n/me havası veriyor.
“Dedektif
Yekta’nın Başına Gelenler”, bir İstanbul anlatısı olarak güzel. Olay örgüsü,
anlatımı ve temasıyla gayet başarılı bir hikâye. Sadece zamansız bir boyuta
geçilmesine rağmen kum saati üzerinden olay akışı paralelliği kurulması yerine sohbetteki
cümleler soru-cevap sayısı gibi başka bir ölçü seçilebilirdi. “Taht Kurmuşsun
Kalbime” adlı hikâye ise insanın ruhuna dokunuyor. Mesajı da anlatımı da güzel,
bu hikâyede mekân olarak Ankara seçilmiş. Hikâyeyi bitirdiğinizde Orhan
Pamuk’un Kara Kitap adlı eserinde ortaya koyduğu İstanbul anlatısına benzer bir
Ankara romanını Ali Necip Erdoğan’ın yazabileceği umudu içinize doğuyor. “Örgü”,
tema olarak gayet başarılı olay örgüsünde örgü süreci ile sanat eseri arasında
kurulan paralellik şaşırtıcı derecede başarılı. “Hayali Kuran Kim”, “Ayna”, “Rıza’nın
Değili”, “Farkedilmeyen”,”Yargısız” ve “Korkuluğun Düşü” adlı hikâyeler kitap
içinde dikkat çeken hikâyeler. Ayrıca kitaptaki hikâyelerin tema ve anlatımı
dikkate alındığında ortaya çıkan renklilik ve çeşitlilikle temalarının uyumlu
olması hikâyelerin tümünü âdeta bir romanın bölümleri biçimine getiriyor. Bu nedenle
hikâyeler üzerine değerlendirme yaparken “Korkuluğun Düşü”nü “Ali Necip’in
Hikâye Diyarı” olarak adlandırmak mümkün.
Eğer üst bir anlatıcı seçilseydi -yazar bunu rahatlıkla yapabileceğini anlatım
becerisiyle ortaya koyuyor- “Dekameron” veya “Binbir Gece Masalları”nda
köklerini bulan anlatı biçimiyle güncel olarak hayatımızda yer alan yepyeni bir
roman doğardı.
Olay Örgüsü ve Anlatım: Her bir
hikâyenin olay örgüsü sağlam fakat kimi hikâyelerde olay örgüsündeki hızlı
değişmelerde geçişler zıplama veya kopma hissi veriyor. Olaylar bir örgü
bütününde verilmeleri gerekirken tabaka veya plakalar biçiminde üst üste veya
yan yana oturtulmuş gibi duruyor. Bu noktada “Rıza’nın Değili” hikâyesinde akış
gayet başarılıyken hikâyenin sonuna doğru Rıza’nın karısının da değilinin
ortaya çıkması ikna edici olmuyor. Yazarın aynı durumda olan bazı hikâyelerde kolaj
çalışması gibi duran olay akışına, zaman kullanımına ve iç anlatılara dikkat
etmesi; olay akışları, zaman farklılıkları ve mekân değişimlerindeki geçişleri uyumlu
ve inandırıcı hâle getirmesi gerekirdi.
“Korkuluğun Düşü”nde anlatım daha çok birinci
kişili karşımıza çıkıyor. On bir hikâyenin yedisinde anlatıcının birinci kişi
olarak seçilmesinin okuyucuyu anlatının dünyasına daha kolay çekmek için olduğu
düşünülebilir. Dışardan bir gözden ziyade birinci kişinin anlatıcı olması,
hikâyelerin genelinin müşterek teması olan “arayış”ın etkin vurgusu için
bilinçli bir seçim olarak değerlendirilebilir.
Tema/Derin Yapı: Ali Necip’in tüm
hikâyelerinde derin yapı, karşıtlıkların ilişkisi içinde bütünleyici ve
açıklayıcı ilkeyi arama olarak öne çıkmaktadır. Doğrudan “Bu hikâyelerin
anlattığı anlatmak istediği nedir?” diye sorulduğunda kitaptaki anlatıların
tümüne bakarak vereceğimiz cevap “arayış” olacaktır. Hikâyeler, kaybolmuş bir
toplum ve dağılmış bir zamanda arayış içindeki insanı anlatıyor. Hikâyelerin klasik
çizgiyi aşarak katmanlı bir zaman kullanımıyla kaleme alınması da bu doğrultuda
bilinçli ve doğru seçim olarak görünüyor. Hikâyelerin her birinin temasının kitabın
derinindeki ana tema olan “arayış”la bağlantısı belirlenebiliyor. Bu nedenle kitabın
bütünündeki derin yapıyı oluşturan temanın diyalektik bir arayış olduğunu kolayca
söylemek mümkün. Söz konusu arayışta hayat karşısında Ali Necip’in kahramanları
edilgen değildir. Başta kayıtsız veya edilgen gibi görünseler de olayların akış
sürecinde gayet etkin bir yol seçmekte ve sorunlarla doğru ya da yanlış bir
sonuca varmak üzere mücadele etmektedir.
Son Söz Yerine: Ali Necip Erdoğan, “Korkuluğun
Düşü”nde kullandığı “sağa sola savrulan uyku, seven sevilen bitkiler,
kolaylıklar dileyen asansör…” gibi ifadelerle hayatın anlamına dair varlıkların
müziğini yakalama becerisine sahip olduğunu kanıtlıyor. Bunun yanında hikâyelerinde
genelde “örgü, hayal, ayna, kitap, yabancı, korkuluk, av, oyun” gibi motiflere
özel bir yer ayırıyor. Bu motifler topladıkları zengin birikim ve telmih
ettikleri çağrışımla yazarına kolaylık sağlasa da belli bir noktada tekrara yol
açabilir. Yazar, bu tuzağa düşmezse ve eserlerinde kendi seçtiği ana temayı iyi
işlerse özgün anlatılar kurup kalıcı eserler verebilir. Derin bir duygu ve
düşünce dünyası olduğunu gördüğümüz yazarın kaleminden çıkan “Korkuluğun Düşü”
okuyucularını bekliyor. Biz de her biri “bağımsız roman özü” gibi duran hikâyelerinden
hareketle Ali Necip Erdoğan’dan yeni hikâyeler yanında romanlar da yazmasını
bekliyoruz.