16 Nisan 2020 Perşembe

SİGARA BIRAKMA GÜNLÜĞÜ IX


+1. GÜN, PERŞEMBE

Artık bu konunun baş edilebilir bir tercih meselesi olduğu, benim için çok açık…
Belirlenimcilik veya tarihsel materyalizm ya da tarihsel determinizm işimize yarayabilir. (Orhan Hançerlioğlu, buna eytişimsel özdekçilik ya da eytişimsel zorlanımcılık derdi vallahi oturgaçlı götürgeç tadında felsefe) lisede böyle bir dille yazılmış kütük gibi bu kitabı/felsefe sözlüğünü okuyan adamın sigaraya başlaması da pat diye bırakması da normal bence… “Sence Olric?..” “Olric nerdesin oğlum?” “Benim adım Olric değil” “Ya ne?” “Hüseyin o benim ama olsun, ben kendi adımı Hüseyin koydum...” “İyi bakalım ya sen kimsin?” “Ben de Hüseyin’im…” “Ya sen?” “Ben Hüseyin…” “Kesin be Hüseyin kim?”




Bunca kargaşa içinde ne belirlenimciliği ne cebriyesi ne kaderciliği... İnsanın tüm irade karar ve eylemlerini biyokimsal ve hormanal yapı ile açıklayan çoklu nedensellik ve bileşke neden açıklaması yeterli değil bence.

Bütünüyle rahat rahat özgür irade kullanılıyor mu?
Onu demek de zor? Bu bir madde ve bedeni kuşatıp işgal ediyor? Yetmiyor ruhu da işgal ediyor. Ayrıca atla deve de değil.
Gerçek çok yalın gerisi hikâye ve abartı.
İçseniz de olur içmeseniz de…
Ama içmeseniz daha iyi olur.

Bir yer de okumuştum sigara tırnak yemeyi engelliyormuş iyi de tırnak yemiyorum ki…
Neden çünkü tırnak yiyerek dengeli beslenemeyeceğimi biliyorum…
Otobüsü beklersen ya da arkadaşını beklersen hemen gelirler sigarayı yak sen. Ama burada rasyonel bir şey var mı yok… Yahu ne demiştik?
Sigaranın neresi rasyonel ki?
Tercih senin…
Bir tarafta sağlık ve huzur…
Diğer tarafta kısmi ruh sağlığı ama huzursuzluk ve sağlığa tam yönelmiş göz göre göre gelen bir tehdit…

Sosyalleşme konusunda sorunlar yaşayacağım belki. Kimi arkadaşlarımı kaybedeceğim. Beni görünce eski mafya üyesi imişim de onları bırakmışım gibi vicdan yapacaklar bir gün kendileri bırakmayı umarak. Ya da benden huzursuz olarak ya da beni huzursuz etmekten korkarak…
Gerek yok doğal davranın…

Sait’in dediği doğamıza uymuyorsa er ya da geç yolumuz ayrılacak…
Uyuyorsa yolumuz birleşecek…
Mevzu doz ve mesafe…
Sigara ne ki…
Kalan ruh, beden ve sağlık ve muhabbet…
İçmemeyi tercih ediyorum…
Bu beni mutlu ediyor…
Aksi durumda 27 seneden fazla yaşadım…
İçmeyi tercih etmiştim…
Şimdi içmemeyi tercih ediyorum…

Vazgeçtiğim hiçbir şey yok…
Sait öyle diyor, vakti gelince her şey bırakılır hayat bile…

Benim ben Hüseyin…
Hiçbir sevdiğime ömür boyu sigara içmeyi yakıştıramıyorsam ve onların içmeyen insanlar olmasını istiyorsam kendim niye öyle olmayayım?

Ve beni sevenleri neden huzursuz edeyim, mutsuzluklarına sebep olayım, endişe içinde bırakayım… Sigara içen sevdiklerim bile benim bırakmama sevinecek…
Bundan sonrası mı?

Vallahi bana kalmış!!!

Bu süreçte gençliğime sigara içemediğim güzel günlere döndüm… Dün gibi yaşadım ve yaşıyorum…

O yıllarda dinlediğim şarkılar…

Okuduğum kitaplar sevdiğim şarkılar… Samsun’da denizden doğan güneşler…

Ve 1991’de çıkan albümünde çok sevdiğim şarkısında söylediği gibi Sezen Aksu’nun

NE KAVGAM BİTTİ NE SEVDAM…


SİGARA BIRAKMA GÜNLÜĞÜ VIII


7.    GÜN; ÇARŞAMBA: “BEN SİGARA İÇMEYEN BİRİYİM”

İçimde atlar daha bir hızlandı koşmaktan keyif alarak koşuyorlar. Kendini yok edercesine değil var edercesine koşmak için koşuyorlar büyük bir keyifle… Sabahları evden çıkıp onlarla koşuyorum…

Sigarayı bırakmak gerçekten kolay. Eski bir Diyarbakır Belediye Başkanı, beraber sigara içerken bana her akşam bırakıyorum her sabah başlıyorum demişti. Ben de çok defa uzun ya da kısa aralıklı bırakmıştım. Bu güzel bir şey ama asıl dert, tekrar başlamamak ve bu çok zor… Başlamak kolay ve cazip çünkü.

“Burnum otoban gibi öyle güzel nefes alıyorum. Işıksız trafiksiz bir otoyolda araba kullanmak gibi keyifli.”

Yıldız Teknik mezunu Mustafa Abi sigarayı bırakmış... "Hani İstanbul'da okusaydın beraber kalacağınız kişi..." "19 Mayıs Lisesi 90 mezunu..." "Bir İrlandalı ile evlenmiş." "İrlandalı mı 90 mezunu, 19 Mayıs hem de?!" "Daha neler?" "İngiltere'de..." "İngilizler sigara içmiyor mu?" "Yok, ondan değil... Zaten eşi de İrlandalı..." "İrlandalılar mı sigara içmiyor?" "Onlar boks yapardı Amerika'da değil mi?" "Hem dava hep kavga adamıydı Mustafa, eşi de öyle demek ki!" "Doğru söyle kavga için mi, sağlık için mi?" "Nereden bileyim işte bırakmış sigarayı..." "Hani mantığı yok ya bu işin?!?" "Amerika'da İngiltere'de mi bırakmış?" "Ne Amerikası ya..."

Kendimi araba kullanmaya motive ediyorum… “Eee, molalarda sigara içmeyecek miyim?” “Aslında faydası vardır sigaranın, hiç mi yok sence?” “Bir günlük tutalım.” “Yeni mi aklım başıma geldi.” “Evet, hem de yayımlamayı düşünüyorum…” “Yayımlayalım evet…” “Yayımlamayalım hayır…” “Ben direksiyon başında sigara içemem araba kullanırken içemem çay kahve içerken de içemem.” “Yani neymiş kendimi öyle alıştırmışım. Anlamayan var mı?” “Anladım…” “Anlamadım…” “Sen anlamasan da olur…” “Anladık…” Anlaşıldı…” “Tamam havalara girme…” “Öyle ne yapalım yani?”

Demek ki doğru söz, tüm sözlere üstündür üstün görülmese duyulmuyormuş gibi yapılsa bile…

SİGARA BIRAKMA GÜNLÜĞÜ VII


6. GÜN, SALI: “SOKMAZ YILANIM, CANIM BENİM”

Yine yürüyüş yine spor… İçimdeki atlar koşuyor… Onları dumanla boğmuyorum coştukça coşuyorlar… Organik besleniyorlar… İçimde yaşama heyecanı ve enerjisi arttıkça artıyor…
“Sokmaz yılan” tabirinin zararsız görünen zararlı ya da zararsız ama zararlıymış gibi korku salan… Boş sanılan ama dolu olduğu tahmin edilen ya da dolu mu bilinmeyen boş olmadığı tahmin edildiği için korkulan kişiler için kullanıldığını hatırlıyorum. Ya da ben öyle sanıyorum. Sigara da tam sokmaz yılan; zararsız sanılan/görülen ama zararlı olduğu bilinen; zararlı görülen ama zararsız sanılan.

Burnumdan kurumlar akıyor. Nefes alıyorum kucak kucak…  İçimde bir hayvan böğürüyor ölüyorum diye yardım istiyor. Aslında o canavar ve içime yerleşmiş sigara isteği, ölsün gitsin. Korkunç çığlıklar atıyor ve böğürüyor. “O aslında aslında böğürmüyor aşk çağrısı ve o eş adayına sesleniyor.” “Buyur burdan yak!” “Tuhaf Olricler sürüsü..” “Kendini Hüseyin sanan… “Olric kim ki olric giremez.” “Demon Mefisto mephistopheles ya da iblis, şeytan, melek, sağduyu, vicdan, fıtrat ee!!!!”




“Kim dedi onu bu Freudiyen Olric de kim…,Ne yani Ruşen Ali’nin çağrısı alageyiğin çağrısı gibi bir şey mi bendeki?” Bir saniye ya evleniyor gerdek gecesi alageyik av vs. Aman be bu da Freudiyen yorum oldu gitti. Sigaradan nereye geldik sigara cinsel sağlığa düşman akla ve bedene ruha da zararlı…” “Bence keyifli…” “Sen kimsin tiryaki Olric mi?” “Yoo Hüseyin…” Bak yıllarca Bülent Akyürek çekti benden Pamuk Prenses’e ettiklerinden dolayı… Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler için demiş ki Cinnetim Cennetimdir’de –yoksa Cennetim Cinnetimdir miydi?- “İşte hafta yedi gün ya, ee cüceler de yedi tane …” “Eee ?” “Ne e’si sen Prens’in avukatı mısın?” “Sen Grimm kardeşlerin yaveri misin?” “Oo, burada ne oluyor gene?” “Her neyse ben Bülent’e fena hesap sordum…” “İçimizdeki Öküze Oha Deyin” demiş çok sattı mı bari faydası olmuş kişisel gelişimin iyi para kazanmışsın… “Onca insanın önünde rezil oldu yetmedi…” “350-400 kişisel gelişim kitabını okudum dediniz 4 ayda hızlı okuma tekniklerini mi kullandınız…” Bülent beni nerde görse kaçıyor… “Aa, Sait dedi ki sigara savaşçısı Sait- Bülent o dönem hâli iyi değildi –ne zaman iyi oldu ki çok kötü sigara içiyor hepimiz gibi ölecek o-  Erkan yazdı o bölümü kitap çıksın diye!” Erkan mı? Hemen Erkan’a  sordum yok ya ben sadece şöyle bir göz attım valla redakte bile etmedim... Erkan elimden zor kurtuldu zaten Bugün Gülleri Budadım’ı yazan adamın bunu yapmasını bekleyemezdim. “Beklerdim...” “Bekledim…” “Bekledin…” “Sait söyledi…” “Beklemedim…” “Erkan’a sordun…”

Susun be, kukla mı oynatıyoruz burada?

Tamam ya sonuçta o yazmamış!!!

Pamuk Prenses’e bunları yapanları pişman ettim... Affettim Bülent Bey’i Mavi Marmara Risalesi sonrası… Bülent de şaşırdı 5 tane Mavi Marmara imzalatınca ilk önce kaçmaya çalıştı; yakaladım –zaten çelimsiz bir şey-, kitabı övdüm, gerçekten çok güzel yazılar vardı -Ak Yürekli Yazılar- bakıştık, anlaştık, önce ateşkes ardından kalıcı barış antlaşması… Sigara maceralı bir hayat babandan kaç saklan anneden kaç saklan sonra çocuklardan kaç saklan, hayatın rutinini bozuyor hayata heyecan katıyor okulda müdürden kaç iş yerinde müdürden veya şeften kaç… Yok ya, uçma ne olur? Sen her yerde sigara içtin baban hariç kimseden kaçmadın ki! Biraz biraz çocuklar o da suçluluk duygusu…

Sigara içmemek güzel be kardeşim…

SİGARA BIRAKMA GÜNLÜĞÜ VI


5. GÜN, PAZARTESİ: “EVDEKİ MUHABBET KUŞUNUN KAFESİ KÜMES GİBİ KOKUYOR”

Sabah yürüdüm ve hafif çok hafif bir koşu yaptım… Köylü çocuğu olmanın faydaları. Bazı şeyleri otantik yaşarsınız ve ömür boyu o tat, koku ve hissi tanırsınız nerede görseniz? Sigarayı bırakmanın faydalarını yaşamaya başladım. Kremlerin kokusunu alıyorum. Kokusuz sandığım şeylerin kokusu varmış… Haaa bu arada bizim muhabbet kuşunun kafesi kümes gibi kokuyormuş. Bu küçücük kuş onlarca koca tavuğun koktuğu gibi nasıl kokuyorsa artık… Bu kokuyu nerede duysam tanırım… Sigara içince olmuyormuş ama… 

Sigara içmeyenin sigaraya ihtiyacı olmaz.  Sigara içsem mi ki koku kaybolur.” “Yahu olur mu öyle şey normalin bu, senin fıtratın bu.” “Eee doğru...” “Hangisi sen dedin ben dedim kim dedi ama ben iyiliğini istiyorum fıtrat da bunu der İslam da orta yol…” “Dr. House da günde 6 taneye kadar izin veriyormuş.” “Evet hayata her şey tam zararlı olamaz.” “Ya boş ver kapkara paket resmen aşağılanıyorsun…” “Bir sürü de para enayi parası sigaranın tadı bozuk…” “Zaman kaybediyorsun zaman…” “Evde kitap okurken içemiyorsun, hop dışarı hop balkon her sigara 5 dk. olsa en az 2 saatin sigara ile geçiyor, haram be…” “Yazık ya…” “Sen gel iç otomobil plastiği de zararlı bu çağda yaşamak zarar…” Paketler iğrenç…” “Yeni sigara hem pahalı hem tadı yok…” “Bozdular ya sigaraları kapkara bir şey…” “Hele üzerindeki resimler…” “İnsanlık düşmanı bunlar…” “Kim sigara üreticileri mi?” “Yok ya, paketlere o resimleri koyanlar!” “Hadi ya?!”

“Az iç…” “Çok içme…”Bazen iç…” Bazen de ne, hiç içme…” “Sen nasıl olsa bırakırsın…” “Bunaltma kendini azaltarak bırakırsın…” “Amcana söz vermiştin… “ “Baban 54 yaşında öldü…” “Evet…” “Ya siz kimsiniz?” “Ey Hüseyin, ben Hüseyin!” “Ben Hüseyin, ben Hüseyin” “Hüseyin benim.” “Hüseyin benim, benim, benim…”

Yeter, burada Kara Murat filmi mi çekiyoruz?

Doğruyu hissedebiliyorum. İçimde ışık var ve o ışık yüce bir ışık…

Beni ruhumu aklımı ışıtıyor…

Yol belli, iş belli…

İçmemek içmekten iyi ve ben içen biri değil içmeyen biriyim, 5 gündür…

SİGARA BIRAKMA GÜNLÜĞÜ V


4. GÜN, PAZAR: “SİGARANIN MELEK VE ŞEYTAN KOSTÜMLERİ”

Gündüz uyudum akşamı iftar sandım… Gece oldu saat 24… “Yasak bitti gece gidip sigara alsam. Ama ben içmeyen biriyim niye alayım ki?” “Ortam da gergin sigara mı içsem bakan da istifa etmiş…” Korkunç gerçek, içimde böğüren bir hayvan var… “Çare yok, radyoları kapatsam/Çare yok, secde etsem anılarıma/ Bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında olacak şey mi duymak portakal bahçelerini” Bırakacağım içmeyeceğim diye yemin mi etmiştin? Yok etmedim... Etmeyi düşünüyorsun? Sonra bozmayı? “Yok!” E, o zaman nerden çıktı karşıma bu İsmet Özel şiir kitabı… “Efsane bir kapağı vardı Erbain adlı şiir kitabının…” Lise 1’de okuduğum ve erken okuduğum bir daha asla hiçbir şiir kitabından o tadı alamadığım İsmet Özel şiir kitabı. İsmet Özel Kırk yaşındayken yayımlamış bu kitabını… "Ben İsmet Özel, kırk yaşında şair, her şey ben yaşarken oldu..."



Şiirle derdim şu: Ölürsem başımda portakal ağacı istiyorum. Ne güzellik yeşillikler içinde kocaman bir turuncu. Çocuklar gelir yerler belki. Düşünmek bile huzur verici. Başımda bir portakal ağacı. “Haa bir grup arkadaşla otururken Yusuf Abinin dediklerini hatırla.” “Neyi, niye ki?” Dediydi ki Yusuf Abi köpekler en çok o ağaca işiyormuş. “Haydaa? Unuttum ben onu.” “Ya unutursun. Ya unutursun da ben hiç unutmadım ki!” “Sen kimsin?” “Asıl sen kimsin?” “Beni dinleyin! O Yusuf abi zaten çok anlaşılır gibi değil! Hepimizin ve herkesin bağıra bağıra can çekişerek, çırpına çırpına öleceğimize inanıyor.” “Yusuf Abi iyidir.” “Yusuf Abi dikkate alınmamalıdır.” “Sensin anlaşılmaz!” “Kötü diyen yok?” “E, Yusuf abi de sigara içiyor?” “Bir susun artık Yusuf Abi iyidir.” “İyi İnsandır, iyi bürokrattır.” 80’li yılların başında genç bir mühendis olarak göreve aşladığında istifa ediyor. Genel Müdür onu çağırıyor “Niye istifa ettin?” diye soruyor. Cevap: “Trabzon’a uzak.” “Hah tam Trabzonlu cevabı. Oflu de de tam olsun!” “Değil Oflu, her neyse boş verin!” Bu genel Müdür Yusuf Abi’ye diyor ki: -Aslında Yusuf Abi onun için dini duyarlığı zayıf içkici vs. diyordu yahu adam ölmüştür belki denecek şey mi bu? Her neyse Yusuf Abi de yaşamıyor gibi yaşıyor?- 2 yıl sabret seni doğrudan Trabzon’a vereceğim. 14 ay sonra Yusuf Abi’nin tayini Trabzon’a çıkmış. Göreve başlayıp genel müdüre gitmiş genel müdür demiş ki “Hayırlı vazifeler” Yusuf Abi “Bir bilmecem var!” demiş yok be öyle dememiş. “Ya ne demiş?” “Bir soru sorabilir miyim genel müdürüm?” demiş. “Hah bunu demiştir!” “2 yıl demiştiniz ama 14 ay oldu.” demiş genel müdür demiş ki “Evladım görevden alınacağım söyleniyor sana borçlu gitmeyeyim!” demiş. 

Yusuf Abi diyor ki “Ben değil hangi dindar bürokrat bunu yapabilir. Bir iki on yıldır yetişen?” “Yusuf Abi’ye tekrar sor bu anıyı hatırlamaz.” “Ya sana ne?” “Ne demek bana ne?”  “Geçen dedi ki: O adam için bölge müdürü.” “Hayır geçen sene dedi ki: İl müdürü, yok genel müdür yardımcısı…” “Susun tamam! Olay zaten menkıbe olacak kadar güzel…” “Aaa, ben diyorum ki aranan omurgada bir bürokrat çıktı arkadaşı makamı terk etti geçen gün…” “Demek ki olabiliyormuş ve bu yakında oldu… Menkıbeler gerçek idealler hayatın kendisi olabiliyormuş… Devrim mümkünmüş… Yetim bir çocuk hem de koyun çobanı hep bunu müjdelermiş… Köpeği de anlamayanı uyarırmış… Köpek mi… Uyarmak istermiş…”

Ohooo! Birileri çalıp birileri oynuyor! 

O laf öyle değil…” “Güya ayrımcılık yapmıyor…” “Bu lafa ancak gülerim…”“Belki de korkuyorum…”“Korku değil kibarlık…”“Kibarlık değil tuhaflık…”“Kimseyi incitmek istemiyor…”“İncinmek istemiyorum…”“Hele incinmemeye en çok ihtiyaç duyduğumuz ülkemiz ve kendimiz için bu kritik günlerde…”

Anlaşıldı tamam, çok bilmiş sürü…

SİGARA BIRAKMA GÜNLÜĞÜ IV


3. GÜN, CUMARTESİ “SİGARAYI İÇMEYİ DEĞİL DÖRTNALA KOŞMAYI TERCİH EDİYORUM”

Ben başlamam başlasam da bırakırım modunda başladığım sigara benimle dalga geçiyor. “Aslında sen almak istiyorsun sokağa çıkma yasağından dolayı almıyorsun.” “Yasak olmasa alırdın.” “Sen aslında başladın sonra bırakırsın yak bir sigara…” “Komşuya sorsana yok mu?” “Ayrıca sen polislere durumu anlatsan yardımcı olurlar.” “Ya da yakındaki fırına git fırınlar hep açıktır savaşta bile.” “İçmeden bekliyorsun aslında bu bırakmak değil kendine eziyet.”

Milletin Olric’i zekidir ve dost; benimkiler aptal birer düşman. Resmen beni öldürmek istiyorlar, kendileri beceremedikleri için galiba başkasına –sigaraya- öldürtmek. Nasıl çelişkilerde bıraktılar beni. Ben zaten kirlenmişim temiz gibi değilmişim öyleyse niye kendime eziyet ediyormuşum.

Bu kargaşanın verdiği öfkeyi Luppo alan adamı eleştiren bir arkadaşı telefonda –tabii ki görüntülü aramada- azarlayarak yatıştırdım. Herkesin bir Lupposu var. Fena azarladım arkadaşı. Ben içmiyorum diye alkolü kullanan için çekicilik yok olmaz. Adam belki de Luppokolik ve asla ayıplanmaz kınanamaz. “Osman’la sen kola içmeden uyamazdınız. O yüzden mi?” “Ne alakası var?” “Bu geldi yani aklına?” “Bir gece Kırıkkale’de kola arayıp durmuştunuz…” “Haa?!” “Perişan olmuştunuz kola aramaktan…” “Biz soğuğunu arıyorduk. Yazdı soğuk yoktu. Hiçbir yerde …” “Haa öyle mi?” “O zaman başka Canım, öyleyse?!” “Luppuo ne ki Halley pasta gibi bir şey yesek mi ben sevmem.” “Çocukken çok severdin çikolatayı ya...” “Gençken demek istedin herhalde?” “İlk gençlik diyelim, lisedeydin henüz…” “Tamam ya şimdi sevmiyorum çikolatayı kadınlar ve çocuklar yer…” “Nevzat dedi ki lisedeyken sen reçeli kaşıkla yerdin…” “Eee, Nevzat da patatesi çuvalla yerdi…” “Hem ben o zamanlar sigara da içmiyordum…” “Bilinçaltımda ben gecenin maviliğinde Parliament içiyordum.” “Sen de kimsin?” “İçmiyorsam içmiyorumdur.” “İçiyordun Parliament…” “Ooo, hayır ya sen Camel içiyordun bir jipin tepesinde, ekip arkadaşlarınla Afrika çöllerinde…” “Samsun 216 içiyordun…” “Yok daha neler?” “Samsun Fuarındaydı o…” “Ben onu hiç içmedim, dur bir dakika içtim bir kere, evet ayakkabı köselesinden halliceydi…” “Bir daha asla denemedim… Omuzlarım ağrıdı içerken… Sigaranın akciğere zararı var bu 216’nın omuzlara; hamallık onu içmek...” Yok ne bileyim ne diyeyim bilinçaltımda aslında bilinçdışı bu “sub” diye çevirmişler aslına “un” o… Neyse o dışı mı altı mı bilmem ama uyanıkken içmediğim uyurken de fiilen içmediğim sigarayı o bölgede Marlboro olarak içiyordum kırmızının en güzeli Marlboro kırmızısı ayrıca Amerikan malı zararsızdır. Zenginler içer… “Saçmalama kamyon şoförleri yok yok garsonlar içer…” “O sonradan…” “Narkotik köpeği gibiyim üçüncü katın balkonunda sanırım 11 numara sigara içiyor…” "Yaşa varol K9" "O ne be?!"

“Ben en çok bugün zorlandım…” “Yasak mı? Sigara mı sokağa çıkmak mı?” “Büyücü şeytan bu sigara gözüne bakanları büyülüyor.” “Goşa Tan’ı da böyle kandırmıştı. Tarkan onu kurtarmıştı. Tan gözlerine bakmıştı Goşa’nın ve öz kardeşi Tarkan’a kılıç çekmişti.” “Goya mıydı yoksa o büyücü?” “Yok ya Goya ressamdı…” 


“Deniz kızı girmiş rüyama gayrı iflah olmam mı ben? “Deniz kızı girmiş düşünceme/Ben iflah olmam/Dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı/Dolanınca ağa çok geçmeden küserim/Bir çocuk bile çeker sandala beni/Bu kadar ağır olmasam/Beni böyle koşturan yaşama sevinci/Kanal boyunca bir o yana bir bu yana…” “Ne yani bir kez sigara içtim artık bırakmam mı diyorsun?” Halim Şefik GÜZELSON’un şiiriydi Ahmet Kaya da bestelemişti bunu… “Halim Şefik’in sonu güzel olmuş mu?" "Nerden bileyim?” “Ahmet Kaya’nınki olmadı da…” "Tuhaf bir arkadaşın vardı -genel müdür olanlarından- mezarını ziyaret etmişti Paris'te..."

“Haydaaaaa !!!” Sigara boğaza zararlı, buruna da ama sacayağının diğer organına zararlı değil mi?” “KBB mi diyorsun?” “Evet…” “Evet sigara kulağa da zararlı…” “Çünkü balkonda içiyorum sigarayı… Yeni evin balkonu çok esiyor sol kulağımı aldı bir çınlama... En sevdiğim yeşil kabanımla gitmiştim işitme testine… Coğrafya diyormuş adam ilkinde anladığım ve söylediğim Tel Abyad oldu, ikincisinde Resulayn… Sanki adam Suriye’den geldi kesin topçu birliğinden bu demiştir…” “Bakışları dedi…” “Sigara kulaklara da zararlı… Sol kulağım çınlayıp duruyor…”

“EEE yeter, düğün evi mi burası?”


SİGARA BIRAKMA GÜNLÜĞÜ III


2.    GÜN, CUMA: “İÇİMDE KOŞAN AT”

Ben içimde koşan atı obez yaptım. Koşmasın diye arpaya boğdum. Kendi akciğerlerimi dumana boğdum. Uyuyorum, uyandığımda “Sigarayı bırakanlarda neler oluyor?” temalı videolar izliyorum. Kalan zamanlarımda üç kitap (Marks Bu İşe Ne Derdi? Nietzsche Bu İşe Ne Derdi? Freud Bu İşe Ne derdi?) birden okuyorum. Çok ilginç konular var. Çok ilginç sorular ve bir o kadar ilginç cevaplar… Sigarayı bırakmak güzel oldu. Çok vaktim var artık… Bol bol okuyabilirim. 30 senedir sürekli yüzüme bakıp okunmayı bekleyen Derviş ve Ölüm’ü de okuyabilirim belki.



 






“Uyuyayım ben.” Yine uykuda uyurken mi uykudan önce mi sonra mı bilmiyorum. Üniversiteye başladığım sene… Ahmet Kaya o sene 35 yaşındaymış. “Ne, yani yolun yarısındaymış, Orhan Veli gibi değil mi?” “Ya şiir Orhan Veli’nin değil Cahit Sıtkı’nın 35 yaş…” “Ama şiiri yazıp ölen o değil mi?” “O da öldü fakat o değil.” “Ne değil?” “Ölen o değil.” “Öldü demiştin?” “36’sında ölen o değil.” “Tabi ki değil…” “Şiir Cahit Sıtkı’nın, 36 yaşında ölense Orhan Veli…” Ya bunların -adı geçenlerin- hepsi sigara içiyor ve kedi seviyor. “Hepsi mi?” “Nereden bileyim?” "James Dean?" "Albert Camus?"








1992 benim üniversiteye başlama yılım. Eylül’de öyle… “Hah ha, aynı zamanda liseli yılın...” “Ya tamam bu ne kargaşa?” “Karadenizli misiniz nesiniz siz?” “Her yer curcuna, kimse kimseyi, hele bağlamı ya da konjonktürü takmıyor; herkes biliyor, herkes sayıyor söylüyor.” “Karadenizliler de Kafkasyalı.” “Karadeniz sahildir,  sahil insanı anlayışlıdır.” “Ya ne demezsin?” “Bu dediğini Trabzon ve Rizeliler biliyor mu?” “Gene mi kavga curcuna?” “Her neyse anlaşıldı.” Liseyi bitirdiğim yıl aynı zamanda, haziranda liseli eylülde üniversiteliydim…

İstanbul’a gidecektim su yoktu. Tayyip Reis gelecekti sonra suyu getirecekti İstanbul’a…  “Nereden bilebilirdim?” Dil tarih puanı çok düşüktü, Boğaziçi edebiyatın puanı ondan da düşüktü. “Belki İstanbul’da okusam, sigara içmezdim.” “Yok ya Yıldız üniversitesinde -senden önce 19 Mayıs lisesi mezunu olup- okuyanlarla kalırdın gene başlardın sen sigaraya. Bu kafa bu ruh sende olduktan sonra… “Belki başlamazdım…” “Ya ya!!!” Belki başlardım daha erken bırakırdım… “Her neyse ya İzmir de olsa başlardın bu sigaraya…”

Bir grup arkadaşa takılıyorum. Yaşça bir iki yaş benden büyük Mustafa Abi. Yıl 1992 Ahmet Kaya Dokunma Yanarsın adlı albümü çıkarmış. Müzik dinlemek haram. Dinleyenin kulağına kurşun döküldüğü şeklinde bir hadis rivayeti var. Bu rivayete göre kurşun bir kulaktan giriyor, bir kulaktan çıkıyor ama Mustafa Abi müziği haram görse de müziğe küfür dese de Erdal Abi de öyle tamam… “Ya bir şeyi doğru dürüst hatırlayamadım bir anımı ansıyamadım, bir hatıramı hatırlayamadım.” “Hasan Abi de aynı saplantıda affedersiniz düşüncedeydi değil mi?”




“Ya sen de o anlayışta değil miydin?” “Değildim tabii…” “Resitalleri lise boyunca dinlemiştim Başım Belada ve Yorgun Demokrat’ı da…” Hatta Yorgun Demokrat’ı bu sigarayı bırakıp pipoya geçen İbrahim’le beraber dinlemiştik Saadet Caddesi’ndeki kitabevinde… İbrahim’le aynı okulda değildik ama zaten diğer arkadaşlarım da tuhaftı, sınıf arkadaşlarım daha da tuhaftı… Kızlar ya uçurtma ya parmaklık resmi yapardı, herkes Livaneli şarkısı söylemeyi modernlik sayardı… 90 kuşağı işte… Ahmet Kaya önce sevilse de sonra köylü taşralı sayılırdı. Dinci/dindar tayfa olarak bizimkilerin ezici çoğunluğu –biz marjinal ya da şazz kalmıştık- haram derdi. Bazıları tüm dini bütünlüğüne rağmen dinlerdi sen de dinlerdin… “Sen dinlerdin.” “Bizimkiler dinlerdi çünkü bizim çevre dinlerdi…” “Oho, sonu gelmez bu işin!” Mustafa Abi sadece Ahmet kaya -kulağına kurşun dökülme pahasına- dinlerdi gizliden. İlahiyi bile haram sayan selef yolunun takipçileri -hangi selefse bilmem her neyse- sadece ve sadece Ahmet Kaya dinlerdi. Ama gizliden gizliye… “Biz mi sırdaştık işte…” 

Ben sigarayı Mustafa Abi’nin evinde şu şarkıyı dinlerken benimsedim. Çünkü içimde koşma isteği vardı, Ankara’yı baştan sona yürümeye falan kalkıyordum. Otobüsle tur atıyordum. Hacettepe, ODTÜ okumadığım üniversiteleri de dolaşıyordum. Aslında içimde koşan bir at sürüsü vardı: “Şimdi uçsuz bucaksız ovalarda/Adımlarımı saymadan/Geriye dönüp bakmadan/Usanmadan, bıkmadan/Deli taylar gibi koşmak istiyorum/Ve görüyorsun ki/Aşkı beceremiyorum/…/Upuzun çayırlarda/Yalınayak koşmak istiyorum/Saçlarım rüzgâra konuk/Yüzüm dağlara dönük/…/Kıyasıya vuruşsun vuruşsun istiyorum/Koşmak, koşmak istiyorum sevgilim/Koşmak istiyorum/Dönemezsem, beni affet/…/Koşmak/Eksozların, molozların/Yağmaların kıyısından/Onca insafsızlıkların/Onca haksızlıkların/Manzarasızlıkların, parasızlıkların/Allahsızlıkların kıyısından/Kimseye ve hiçbir şeye değmeden/Ciğerlerimi yok edercesine koşmak istiyorum/…./Firari acıların uzmanı olmuşum/Bütün telsizlerde adım okunur/Beni bir çocuk bile vurur/Dokunma bana, çıldırırsın/Dokunma bana, ellerin tutuşur/Dokunma bana, fişlenirsin/Dokunma bana, sen de yanarsın/Dokunma bana, çıldırırsın/Dokunma bana, sen de yanarsın…”

18 yaşında çocuk neyin uzmanı olacaksa -hele firari acıların ustası başkentin göbeğinde niyeyse.-Ha, bir de "Dokunma bana!" lafı dolanıp duruyor. "Dokunma bana, aman dokunma!" Nedir bu korku salgın mı var? Korona günlerinde miyiz? O günlerde olsa olsa Kolera Günlerinde Aşk lafını bilirdik ancak ya da Yüzyıllık Yalnızlık... Ah Ahmet Kaya Abi! -Ya bu adamı Savcı Sayan Bey’e benzeten bir ben miyim?- Sonuçta içimde deli gibi koşan atlara arpa olsun diye sigaraya başladım:Parliament’e…

“İlkini içemedin kusmak geldi içimden öksürdün…” “Öyle kolay değil sigara alışmak…” “Raylara takıldın Çiftlik tren istasyonunda…” “Yürürken sigara içmeyi öğreniyordum.” “Susun artık.” “Öyle ya da böyle gayret etmeden olmuyor…” “Sigara akciğer kanseri yapar, insanı dervişane hisler yaşatır. Hayatın bir hiç olduğunu hissettirir. Kibri yok eder.” “Mahviyet duygusuna gark eder.” “Mahçubiyet hissi yaşatır…”

Artık susun be!!! Çocuklarım çok mutlu… Sadece bu bile bile yeter… Çocukların sevinci her şeye değer…


SİGARA BIRAKMA GÜNLÜĞÜ II



1. GÜN, PERŞEMBE “SIFIRINCI GÜNDEN SONRA; UYUYAN ADAM”

Uykuyla geçiştirmek en iyisi. Arkamdan söylenen en olumsuz söz: “Sigara içen herkesi özellikle de beraber sigara içtiklerini hep iyi insan sanıyor.” İlk zamanlar çok kırılsam da bu söze sonra düşündüm de çok yerinde bir tespitmiş… Tespit benim tespit mi? Benim hakkımda olan tespit mi? İkisi de… Evet ikisi de… “Ama ben haksız mıyım?” Aslında gerçekten de öyle bu sigara içenler muhabbetleri çekilir ve içli insanlar. Eco’nun dediği gibi Batı medeniyeti karşısında meydan okuyan son başıbozuk cesurlar. Umberto Eco “Normalde Batılı bir insan asla diğerine 5-10 sent bile vermez. Ama tiryakiler birbirini gözünden tanır ve birbirlerine sigara verirler. Hatta paketin çoğunu/paketi bile verebilirler.” diyordu. “Batı toplumu bu tip bir dayanışma ve kaynaşmayı asla kaldıramaz. Sigara tiryakilerini de atomize edip bölüp parçalamak istiyor, onları kıskanıyor.” diye devam ediyordu. Eco, bugünleri görseydi ne derdi bilmiyorum. Sigara öyle pahalı bir şey oldu ki tiryakilerin paylaşımcılığı bile sarsıldı. Sigara içmek için kapitalist sistemin mabedi bankalardan kredi çekenler bile var.

Birinci gün, sandığımdan daha kolay geçti. Ben bu işi başarıyorum. Sigara bırakmaların ustası olmuşum. Abartmayalım daha ilk gün. Ayrıca Sait var ortada… Tam 22 yıl uğraştı… Sigara bırakmanın şanlı destanını yazdı… 3-5 gün, 3-5 hafta 3-5 ay derken 7 yıl önce tümüyle bıraktı. Sait tüm dertlerine rağmen bıraktı. Sigarayı bırakınca balon olurdu resmen. Yüzü gözü kamyon çarpmış ya da çok yoğun bir besin alerjisi varmış gibi şişerdi. İki kat olurdu bedeni. Kocaman ve hastanelik olurdu. En azından vücudunda yaralar ağzında aftlar çıkardı. En son bırakması sonrası mide ve bağırsaklar için uzun tedaviler alarak bıraktı. Nihayet bıraktı… İrade abidesi. Sağlık anıtı gibi… Güzel insan…

Çocukluk arkadaşım var İbrahim, o da âlem sigarayı bıraktı pipoya başladı…  Ama bir çeşit biçimde bıraktı neticede… Raflarda kitap bakardı güya -bakmaz okurdu resmen- Kitaba dalıp gittiğinde kaç kez kitapçılar dükkanı üzerine kilitleyip gitmiş, raflar arasında öylece kalmıştır kendisi. “Ben de bırakıp kenevir düşünsem mi?” diyenler var ah Abdurrahman Abi!
Ben yatıyorum birazdan uyuyacağım…

Sigaraya başlamadan sigaraya başlıyorum rüyamda… Lisedeyim, birinci sınıfta… Sonra ikide sonra üçte… O hep orada ve beynimde… Shell durağında iniyorum, tam karşımda bir Parliament reklamı gece mavisi… 10 katlı bina kocaman. Aslında ben etkilenmezdim bize uymayan tuhaf bir sinema güzeli -derin dekoltesinden sütun bacağı fırlamış, siyah naylon çoraplı güzel kadın- ve yanında James Bond gibi bir adama sarılmış, sarılmış mı bilmiyorum hatırlamıyorum… İkisi ayakta mı yoksa ikisi de bir lüks aracın önündeler. “Yok be bu araba reklamı yani?” Ben bıçak gibi keskin bilinçli ve bilgili; dindar, ahlaklı ve Müslüman gencim. -Çocuğum mu deseydim yani bunca iddialı cümle arasında?! Bu emperyalist oyunlara gelmem ama sigara hususunda zihnim işgal edilmiş, beynim yıkanmış ama beyin yıkama Komünistlerin işi değil mi? Tamam. Her ikisi de ayakta ama ağızlarında birer sigara… Sol üstte de kocaman bir Parliament paketi. Bir gün sigara içersem Parliament içeceğim… Henüz Parliament içmiyorum-sigara mı deseydim?- Haftada bir iki kez Fransızca öğretmeni bir hocamıza gidiyoruz birkaç arkadaş ve komşumuzun oğlu Zeki ile. Fransızca öğretmeni, allame gibi. Ayrıca tüm İngilizce öğretmenlerinden daha havalı. Var bir Fransız prestiji. Derin entelektüel. Çağın tüm dertlerine vakıf... Derinliği kadar derin nefesler çekiyor sigarasından. Anlatıyor anlatıyor anlatıyor. Malik Bin Nebi'yle başlayıp Tanpınar'la bitiriyor. Sartre'dan girip Şeriati'den çıkıyor. İçimizde hoca dışında tek sigara içen Zeki. Keyifle içiyor ikisi de... Zeki bir iki tane içiyor  ama hoca sohbetin sonuna paketin üçte ikisini tepeliyor... Eşi Zeynep Abla ne kadar havalandırsa da evi, her yer kesif sigara kokusu... Hakkını ödenmez, iyi ki o zamanlar Parliament içmiyordum yoksa hiç ödeyemezdim hakkını ablamızın...

Uyandım bol bol su içtim. Bir şeyler okudum. Ne okudum ki… Hatırlamam zor… “Niçin Merak Ederiz?” adında bir kitap…


“Ben sigarayı bıraktım ama hafif sinirli ve huzursuz muyum ne?” “Biraz uyusam mı?” “Daha yeni uyandın?” Aklımda Perec’in kitabı: Uyuyan Adam. “Bu kitabı askerde okumuştun…” “Askerdeyken arkadaşın emaneti geri almıştı…”“Zaten ne anlatıyordu, bir adam uyuyordu…” “Birine dokunmak mı istiyordu dokunarak uyumak istiyordu?” “Her neyse uyuyan bir adam vardı çok uyuyordu.” “Askerde benim uyamaya çok vaktim oldu aslında askerde sigarayı bırakabilirdim.” “İlk gün sigara içememiştin.” “Babam çok gülerdi sanırım… Fakat hadsiz de sevinirdi.” “Sonraki gün içmeseydin olurdu hayat tarzı değişikliği aslında sigara bırakmak için fırsattı.” “O sırada askerliğe mi kafayı takmıştın, zaten çok buruk mu gitmiştin annem ihbar etmişti.” Sessiz sedasız teslim oldun. Teslim olmadan önce Konyaaltında kaç tur attın ben hatırlamıyorum. Zor zamanlardı... Ankara Koleji projen yarım kaldı, aklın da orada kaldı.” “Sigaraysa alakan ne beynim de bu kalabalık?” “Her kafadan niye ses çıkarıyor kafa doğrusu kafa tek de benim kafamda bunca ses ne?” “Milletin bir Olric’i var bizimki en az 4 Olric…” “Olric değil Hüseyin…” “Olric de neymiş Hüseyin?” “Olric mi kaldı tek aklında?” “Sevmedim Olric değil Hüseyin…” “Ohoo maşallah ne kadar çok Hüseyin…” “Hayır, tek Hüseyin.” “Benim ben Hüseyin.” “Senim ben, benim sen olan…”


Tamam yeter ya!!! Karagöz mü oynatıyoruz burada?

SİGARA BIRAKMA GÜNLÜĞÜ I


-      1. GÜN, ÇARŞAMBA: “ÖNCESİ, SİGARA İÇEN İNSAN BEN”

“Sigarayı niye bırakıyorum ki? Aklımdan zorum mu var?” Muhtemelen sigarayı bırakmak tam olarak böyle bir şey. Aklından zoru olmadıktan sonra sigarayı bırakmak, gereği olmayan şey. Hani sağlık sorunun olur, o zaman eyvallah. Fakat hiçbir derdin yok, mutlu mesut sağlıklı sıhhatli yaşayıp giderken -birbirinize bu kadar alışmış simbiyotik bir hayat kurmuş, Mutualizmin zirvesinde dolaşıyorken- nerden çıktı bu? Sanırım yılların birikimi bu, muhtemelen -benim akşam karar verip sabah vazgeçtiğim birkaç bin denememin dışında- en ciddi hani bir iki günden fazla uzak durabilme itibarıyla 3.girişimim… Belki de 4’üncüdür… 5 de olabilir… İstanbul’un fethi gibi bilmem kaçıncı seferde sonuç alınır ya da olmayacaksa olmayacaktır; Viyana kuşatması gibi bilmem kaçıncı defa da olsa kuşatmayı kaldırıp pılı pırtıyı toplayıp eve dönüş yaşanacaktır... Sigarayla buluşma işte… Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır… “Kimin zaferi sigaranın mı?” “Boş ver, öyle işte!” Sigara bırakmak da başlamak kadar doğal, sıradan, aniden, beklenmedik ve bilinmez olmalı. Yani sanırım demek istiyorum ki anlaşılmaz olmalı ki bırakabilesin… Hiç bırakmaz bırakamaz dediğimiz bir akademisyen abimiz vardı, bıraktı ve dedi ki: “İşi zirvedeyken bıraktım. Mutluyduk ama bir gün dedim ki kendime bırakacağım ve bıraktım.” Anladım ki ne anlaması biliyoruz ki tiryakiler ilginç insanlar. 

Bırakmaları gördüm… Bırakanların çoğu -ölerek bırakanlar dâhil- sağlık gerekçesiyle bıraktı. Bilgisayar mühendisi bir arkadaş pat diye bırakmıştı. Sordum: “Hayırdır ne oldu?” “Can korkusu!” dedi. O aslında hiç çekinmeden başka bir şeyin korkusu dedi ama siz okuyucularıma saygımdan söylemeyeyim. Öğretmen bir arkadaş da ciğerlerinden dolayı bırakmıştı. En ilginç sigara bırakma hikâyesi tanıklığımı ise Bursa’da yaşadım. Öğretmenliğimin ilk yılıydı... Tek denemede bırakan bu kişi, Bursa’da beraber görev yaptığımız matematik öğretmeni bir arkadaştı. Uludağ’ın eteklerinde sert kışları olan bir dağ ilçesinde sobalı bir evde oturuyorduk. Bekâr evinde üçümüz de mutluyduk. Çok soğuktu. Donmuş sabunun buzunu çözerek ellerimi yıkadığımı bilirim. Ev ilginç bir yer, ilginç bir şeydi. Dubleksti ya da dubleks sayılırdı alt katı da vardı. Bodrum katı gibi bir bölümü vardı. Bir sabah –horoz sesi beklerken- korkunç bir eşek sesiyle uyandım. Anırma müthişti. Ev sahibi yan binadaydı -onun evi de dubleksti; altı ahırdı; alt katında inekler, köpek ve eşek kalıyordu- okula giderken sordum. Hayırdır, benim evin bodrumunda eşek neyin nesi? “İnek buzağıladı Hocam, hava da çok soğuk… Hayvanı açıkta bırakamazdım.” dedi. Ahırda yer kalmamış… Benim evin alt katı boş olduğu için oraya bağlamış… Can sağlığı olsun… Beni yemez ya… Bu eşek zaten sigara içmiyordur. Sigaradan da rahatsız olmuyordur. “Niye?” “Eşekliğinden tabii…” Her neyse bu sevgili evim benim, auta kaçan soğukları bile yakalıyordu. Sobalıydı. Kalorifer kombi beklentisi oluşan okuyucum yoktur inşallah. Varsa ondan bu yazının sonrasını okumamasını rica ediyorum. -Gerek yok o içse de olur içmese de okusa da olur okumasa da…- Sobanın başında sigara içen arkadaş, sigarasının çeyreği kalmışken sigarayı gösterdi bana “Son sigaram!” dedi ciddiye almadım. Birkaç nefes daha çekti sigaranın hâlâ 1/5’i dururken sigarayı sobaya attı. Bu tip kararlılık gösterilerini çok gördüğüm için umursamadım. Birkaç gün geçti yok adam sigara içmiyor. Küçük yer, okulda da okul dışında mesaimiz bir hayat alanlarımız bir. 1 hafta geçti içmiyor. 2 hafta geçti içmiyor… “Ya kardeş sen sigara içmiyorsun?!” “Dedim ya o gün!” dedi “Son sigaram!” diye… “İyi de onu demek kolay.” “Yok bıraktım içmeyeceğim.” Arkadaş Kürt’tü… Kürt inadı böyle bir şey sanırım. En son görüştüğümüzde sordum yine içmiyor. 23 sene oldu ve sigara içmiyor. Neyse bu da çok da akıl işi değil zaten…

Evet, sigarayı anlamak, hiç akıl işi değil demiştim… Öğrenciyken 4 yıl üniversitede ve 10 yıl da üniversite sonrası sigara içen bir arkadaş Camel içerdi, onu bulamazsa kısa Samsun… Kısa Samsun üretilmedi. Kısa Samsun üretilmeyince Camel de sahip değiştirince Camel de bozdu diye sigarayı bıraktı. Arkadaş meğer sigara değil Camel tiryakisiymiş, bir daha sigara içmedi. –Haa, bir de Maltepe tiryakileri vardı… Artık Maltepe üretilmiyor onlar ne yapıyor ki? Ne hâldeler acaba? Sağ kaldılar mı? Maltepe sigarası tuhaftı otomatikti çekip üflemezsen küser kendi kendine sönerdi…- Haa bir de Ali Ayçil'in mensubu olmaktan gurur duyduğu bir "Uzun Samsun İçinler Aşireti" var ki "Bunlar bu ülkenin en garip, en yalnız, en içli aşiretini oluşturur ve tuhaf bir ruh akrabalığının mensubudur." Ayrıca Ali Ayçil'in dediğine göre bu tuhaf aşiret "Liseyi, sınıftan çok kıraathanelerde, okulun arka bahçesinde ya da akla hayale gelmeyen bahanelerde okuyup yetmezmiş gibi "Gittikleri şehirde hemen bir ideolojiye saplanmış, dava uğruna kaba etlerinde morartılmadık yer bırakmamıştır. Hemen hemen hepsi sevdikleri kızı alamayıp bu derin yarayı tedavi etsin diye yeni aşklara saplanmış ama yaralarını azdırmaktan başka bir başarı da elde edememiştir." Aman her neyse, ne hâlleri varsa onu dibine kadar görmüş tiplerdir. Sağcısı solcusu İslamcısı... Uzun Samsun, 216'dan beterdir. Ama sonuçta Samsun içenler erkek gibidir hep ilgi bekler, Maltepe içinler kadın gibidir kendi içine yanar." Ya da tem tersi miydi? İkisi de içilecek sigara değildir velhasıl. Bir de Bafra var ki Allah korusun! Birinci mi? Tam Spartaküs veya Spartaküs özentilisi cıgarası... Birinci içen en son gördüğüm kişi, Gazi Üniversitesi D bloktaydı; epilasyon kaçkını bir solcu kızdı...

Sigarayı bırakmanın en sevilesi hâlini bir mimar abimiz yaşatmıştı bana ve arkadaşlara... Mimar, şair, düşünür, yazar, sinema eleştirmeni, artistik buz pateni yorumcusu, kırk ambar tadında bu bilge; resmî rakamlara göre 2,5 paket Yeni Harman içer -daha doğrusu yer- yine resmî rakamlara göre 4 paket Tokat içen -akciğerlerine konvansiyonel bir saldırıyı yeterli görmeyip kitle imha tadında kimyasal taarruz düzenleyen- çok sayıda üniversiteden terk (Ankara Basın-yayın, dil-tarih felsefe, 19 Mayıs ilahiyat ve bilinmeyen diğer çeşitli çap ve markada üniversite-bölüm) bir mübadilin Samsun'daki tek rakibi olurdu... Düşündü, taşındı ve bıraktı... Derdi neydi tam kestiremedim... Ya benim de derdim ne bilmiyorum esti işte. Gerek ve yeter koşul bu… “İçenler sanki akıllı bir iş mi yapıyor. Başlayanlar.” “Israrla devam edenler?” “Öyleyse ben niye akılla izah edilecek bir iş yapayım?” “Boş ver bıraktım işte…” “Olur biter?” “Hem sigara çok alçak gönüllü bir şeydir.” “O da ne demek?” “Ne demek ne demek?” “Çünkü sigara sürekli insana faniliğini sağlığının elinde olmadığını bir gün öleceğini hatırlatır…” “İnsana hayatın değerini anlatır…” “Hayata çok anlam yüklememeyi anlatır…” “Boş versene!” “Sigarayı bıraksam ne kaybedeceğim?” “Hiç!” “Ne kazanacağım?” “Çok şey!” “Mesela?”

Tamam yeter ya tek kişi konuşun ya da konuşan ben ya da başkası her kim ise dinleyin, sıranız gelince konuşun!!!

7 Ocak 2020 Salı

FITRAT/NAME




FITRATIN BOZULMASI


“İslam, teslimiyettir; teslimiyet ise fıtrata uymaktır.” dediğimizde aslında herkesin onaylayacağı bir cümle kurmuş oluyoruz.Fakat;
- Sistem, birikim veya din adına ortaya konanların yetmediği,
- Gelenek ve kültür adına var olan her şeyin cesede döndüğü,
- Şintoizm, Konfüçyanizm ve Budizm gibi dinlerin ölü birer folklorik unsur olarak görüldüğü,
- İdeolojilerin önce tıkanıp sonra tükendiği ve iddialarından vazgeçtiği,
- Dinlerin tüm vaatlerinin boşa düşüp koca bir yalan ve kandırmacaya dönüşerek Modernizm karşısında teslim olduğu,
- Müslümanların birikimlerinin çağa cevap vermediği ve sorunlar karşısında çözüm öneremediği,
- Müslümanların karakter zaafı yaşadığı, eylemlerinin karanlığa ve bozgunculuğa dönüştüğü,
- Zihinlerin karıştığı, amellerin menfaatin ötesine geçmediği,
- Değerlerin buharlaşıp Postmodern bir anlamsızlığa gömüldüğü,
- Yeni Nasyonal/Sosyalist diktatörlüklerin egemenliğinin arefesi gibi duran bu zamanlarda “sözün, iman ve amelin” anlamı yitirilmiş görünüyor.

AJİTASYONDAN UZAK

FITRATNAME ise anlayanlar ve anlamak isteyenler için kiminin deist, kiminin dinsiz, kiminin bu ne densiz dediği/diyeceği yalınlıkta  evrensel çağrı…  Arı duru İslam’a ve zaten İslam olan insanlık değer ve eylemlerine ışık tutan sistemli bir bakış açısıyla yazılan FITRATNAME, hem insanlık ve uygarlık birikimin ihyası, hem de İslamî düşüncenin yeniden inşası için mütevazı ama çok keskin bir söylem içeriyor. Kelimeler, cam kırığı gibi keskin; cümleler, buz gibi soğuk ve yalın. Kitapta; yazarın hiçbir tahrik, tazyik ve ajistasyona girmeden gerçeği ifade etme endişesi taşıdığı görülüyor. FITRATNAME’deki yazılar, tasavvur, iman ve davranış değişikliği için sarsıcı tespitler ve öneriler taşıyor.

SÖZÜN ÇAĞRISI

Sözün dürüst, çıkarsız ve anlaşılır olmasına özlem duyulduğu; dinî düşüncenin kendini tekrara ve küflenmiş malumat deposuna dönüştüğü bağlamda FITRATNAME; bir İslam rönesansı için işaret fişeği olarak görülebilecek metinlerden oluşuyor. Kitap; hanif dine, tevhide ve fıtrata güçlü bir çağrı içeriyor. Ayrıca bu kitapta Murat SAYIMLAR; "Bizde felsefi düşünce doğacaksa ancak şiirden/edebiyattan doğar." diyenleri şaşırtacak biçimde, açıklama ve tanımlamanın ötesine geçerek yepyeni bir dayanak çerçevesi sunuyor. İslami düşüncenin inşası için ortaya konan ve büyük bir emeğin ürünü olan bu kitapta düşünceler -lafa gelince “zaten öyle denen”ler bile- derinlik ve tutarlılıkla ifade ediliyor.  

ALINTI

“Din hayatın her anında, hayatın mahiyetini belirleyen bilgi kümesidir.Din olmazsa, insanlar davranış geliştiremezler; insanlar davranış geliştirmezlerse, hayat olmaz.Ali İmran.83 – “Peki onlar, Allah'ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O'na teslim olmuştur ve O’na döndürülmektedirler.”Yerlerde ve göklerde ne varsa, Allah’a teslim olmaları nasıl tahakkuk etmektedir?Bir atom, kâinat, su, rüzgâr, doğum süreci, buğdayın yetişmesi, tsunamiler vs. Allah’a nasıl teslim olmuşlardır?Allah, yerlerde ve göklerde hangi varlık, sistem, olgu, oluş ve ilişki varsa, tamamını bir fıtrat üzere yaratmıştır.Bütün yaratılmışlar, yaratıldıkları fıtrat üzerinden varlıklarını sürdürüyorlar ve varlık nedenlerini gerçekleştiriyorlar. Bunu ister istemez yani zorunlu olarak sürdürüyorlar.Bu durum yaratılmışların Allah’a teslimiyetidir.Allah bunu, Allah’ın dini için örnek olarak göstermiştir.Bu durumun istisnası ise insandır. İnsan cüzi irade ile yaratıldığı için, ancak isteyerek teslim olabilmek durumundadır.Maide.3- “…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslamı seçtim…”Bu nedenle Allah, insan için de; “sizin için de din olarak İslam’ı yani teslimiyeti seçtim” demektedir.İnsanın, Allah’a teslimiyeti nasıl tahakkuk etmektedir?Elbette, insanın da, yaratıldığı fıtrat üzere yaşaması biçiminde gerçekleşmektedir.Rum.30 - "Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki; insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler."Allah nezdinde din; insanların üzerine yaratıldığı fıtrattır.İnsanların teslimiyeti, yaratıldıkları fıtratın hükümleri üzerinden karar almaları ve davranışlar sergilemeleridir.Bu karar ve davranışların ahsen kıvamında olmasıdır.İnsanların teslimiyetinin bağlamı, zemini, atmosferi ve sınırları;Sadece Rab-kul yani kulluk ilişkisi ile belirlenmiştir. Rabbimizin, Kitab’ın da bildirdiği dinin anlam, içerik ve fonksiyonları çerçevesinde yapılacak bir kavramsallaştırma;Dinin, hayatla bağlantısını, fıtratına uygun inşasını sağlayacaktır.Bu da; Müslümanların, dinin hükümleri ile bir hayat kurmalarını mümkün kılacaktır.İnsanın, yeryüzünde, kendi fıtrat hükümleri ile bir hayat inşa etmek ve buna engel teşkil edecek her fitneyi ortadan kaldıracak süreçlerin öznesi olmasını sağlayacaktır.(FITRATNAME 181-183)