YAHUDİ SORUNU
“Yahudi
Sorunu” 18.yüzyılın ortalarından bu yana Batı dünyasında tanımlanmış ve
işlenmiş bir sorun olarak literatürde yerini almıştır. Bir insan topluluğunun
doğrudan doğruya sorun biçiminde tanımlanması özel bir durumdur. Çünkü belli
bir ırktan veya milletten olan kişilerin, belli bir inanç veya düşünce
sisteminin bağlılarının veya belli bir dinin mensuplarının sorun olarak
tanımlanması sıradan olamaz. Bu durum insan grupları arasındaki rekabet,
husumet, savaş, egemenlik kurma ya da boyunduruk altında kalmayla da açıklanamaz.
Bunların çok ötesinde doğrudan doğruya sorun olmak veya sorun olarak
tanımlanmak özgün bir durumdur.
Yahudi
Sorunu’nun çözümü noktasında çeşitli düşünürler kendilerince çeşitli çözümler
getirmiştir. Burada Yahudilerin uyumsuz görülmeleri nedeniyle özel oluşturulmuş
alanlar biçimindeki gettolarda yaşamalarından kendilerine ait kılınmış yerde -Madagaskar’da,
Uganda’da veya Filistin’de hatta bazı kurgu yapıtlarda olduğu gibi Ay’da- toplanıp
orada yaşamalarına kadar farklı düşünceler dile getirilmiştir. Bu nedenle güncel
olayların yansıması ve sonucu “Filistin Sorunu” olarak gündemimizde duran
sorunun temelini tarihsel değişim ve gelişmelerin çerçevesinde anlamak gerekmektedir.
“Filistin Sorunu, Orta Doğu Sorunu, Suriye Sorunu” gibi türevleriyle birlikte söz
konusu sorunlar yumağının kaynaklarından en önemlisi Yahudi Sorunu’dur.
Yahudi
Sorunu’na çözüm önerenlerin bir kısmı, Yahudiliğin yorumunun değiştirilmesiyle
sorunun çözüleceğini iddia etmiştir. Bu nedenle -Yahudi Sorunu’na içlerinde
Yahudilerin de bulunduğu- çözüm arayanların önerilerinden biri sekülerleşmedir.
Öneri sahiplerinin iddiasına göre, sekülerleşme sayesinde ortaya çıkan laik
uygulamalarla Yahudi Sorunu kendiliğinden çözülecektir. Bazı düşünürler ise
Yahudi Sorunu’nun çözümünün Yahudilerin Yahudilikten vazgeçmesiyle mümkün olacağını
söylemişlerdir. Hatta Yahudi Sorunu’nun eski bir algılama ve tanımlama olduğunu
bilmeden, en son gayriinsani yaklaşımlarıyla Nazilerin “Yahudi Sorunu İçin
Nihai Çözüm” yaklaşımını anlamak mümkün olmayacaktır.
MARX’IN YAKLAŞIMI
Marx’ın Yahudi
Sorunu adlı çalışması da doğrudan doğruya bir kabulden hareket etmektedir.
Kendisi de Yahudi kökenli olan Marx, Yahudi Sorunu diye bir sorunu daha en
başta kabul etmekte ve bu soruna çözüm önermektedir. Marx’a göre Yahudi Sorunu’na
çözüm, doğrudan Yahudilikten kurtulmak ve Yahudiliği terk etmektir. Yahudi
Sorunu adlı makalesini de Bruno Bauer tarafından yazılan Yahudi Sorunu (1843)
adlı kitabı eleştirmek için kaleme almıştır. Bauer, siyasal alandan dinin
çıkarılması ve Yahudilerin dinî bilinçlerinden vazgeçmeleri sonucunda ortaya
çıkacak sekülerleşmenin Yahudi sorununu çözeceğini düşünüyordu. Ona göre dinî talepler “İnsan Hakları” fikriyle
bağdaşmıyordu. Siyasi özgürleşme ancak sekülerleşmeyle mümkündü. Marx ise
bu görüşe şiddetle saldırmış, dillendirilen çözüm önerisinin yanlış olduğunu
iddia etmiştir. Marx’a göre “seküler devlet” dine karşı değildi, aksine
varlığını kabul ediyordu. Çünkü siyasal alanda dinin ya da mülkiyetin
kaldırılması, toplumsal alanda dinin ya da mülkiyetin ortadan kaldırılması
anlamına gelmiyordu. Karl Marx, sadece
dinlerden değil tüm ekonomik ve politik bağlardan da özgürleşmenin
zorunluluğuna inanıyordu. Bu inancına rağmen özellikle Yahudileri veya Yahudiliği
sorun olarak görmesi ilginçtir. Anlaşılıyor ki Avrupalı bir düşünür ve eylemci
olarak Marx, tanımlanmış ve literatüre yerleşmiş biçimiyle Yahudi Sorunu’nu ele
almıştır. Âdeta Avrupalılara ve dünyaya Yahudi Sorunu’na karşı “Benim çözümüm en
iyi çözümdür.” gibi vurgulu bir anlatım seçmiştir. Marx, bu yaklaşımıyla özel ilgiyi
hak etmektedir. Bizim gayemiz ise güncel ağırlığıyla muhatap olduğumuz resmî
Yahudi devletinin Filistinlilere yönelik soykırıma varan emsalsiz zulmünün
köklerini işaret etmek ve Marx’ın Yahudilere yönelik tespitlerine dikkat
çekmektir.
Yahudi Sorunu
adlı kitapta Marx’ın bu kitabı yazma gerekçesi şöyle açıklanmaktadır: “Bu makale, bu konudaki çalışmalarında Yahudilerin
özgürleşmesi sorununu, Yahudicilikten özgürleşmelerine indirgeyen, genç Hegelci
Bruno Bauer'e yanıt olarak yazıldı. Bir idealist olarak Bauer, ulusal
çelişkileri kaldırmanın belirleyici aracı olarak dinsel ön yargıların
üstesinden gelinmesini görüyordu. Onunla bu konudaki polemikler, Marx'a,
yalnızca Yahudilerin değil tüm insanlığın ekonomik, politik ve dinsel bağlardan
özgürleşmesi sorununu, Materyalist açıdan ele alma olanağını sağladı.” (Marx
1997, 53)
Marx,
Batı’daki özellikle Fransa ve ardından Kuzey Amerika’da ortaya çıkan
gelişmelerle insanın özgürleşmesini gerçek bir özgürleşme olarak kabul etmemektedir.
Marx’a göre var olan özgürleşme mülkiyetten özgürleşme değil daha çok mülk edinme
özgürleşmesidir. Marx, Yahudi’nin teori dünyasına, Talmud’a veya Tevrat’a değil
de pratiğine bakarak Yahudiliği çözümleyebileceğimizi söylemektedir. Bu bağlamda
Marx’ın iddiasına göre Yahudi gündelik hayatta pratik Hristiyan, Hristiyan da
pratik Yahudi’dir: “Yahudi’nin, Hristiyan’ın
ve genel olarak dinsel insanın politik özgürleşmesi, devletin Yahudilikten, Hristiyanlıktan
ve genel olarak dinden özgürleşmesidir. Devlet, dinden, devlet olarak kendi
biçiminde, kendi özüne uygun tarzda, devlet dininden özgürleşerek özgürleşebilir.
Bu, devletin devlet olarak hiçbir dini tanımaması ama her şeyden önce kendini
devlet olarak tanıması demektir. Dinden politik özgürleşme; sonlandırılmış,
çelişkisiz bir dinsel özgürleşme değildir çünkü politik özgürleşme; insani
özgürleşmenin sonlandırılmış, çelişkisiz bir biçimi değildir. Politik
özgürleşmenin sınırı, insan bir kısıtlamadan gerçekten kurtulmamışken devletin
o kısıtlamadan kurtulabilmesi, insan özgür bir insan olamamışken devletin özgür
devlet olabilmesi noktasında beliriyor.” (Marx 1997, 16)
YAHUDİ’Yİ ANLAMAK
Marx,
Yahudi’yi ve Yahudiliği anlamanın en iyi yolunun pratik hayattaki yansımaları
değerlendirmek olduğunu söylemektedir: “Yahudi’nin
gizini onun dininde değil, dininin gizini gerçek Yahudi’de arayalım. Nedir
Yahudiliğin dünyasal temeli? Pratik gereksinim, özel çıkar. Nedir Yahudi’nin bu
dünyalık dini? Bezirgânlık. Bu dünyalık tanrısı? Para. Pekâlâ! Bezirgânlıktan
ve paradan, bunun sonucu olarak pratik, gerçek Yahudilikten özgürleşme, zamanımızın
öz özgürleşmesi olabilirdi. Bezirgânlığın ön koşullarını ve öyleyse bezirgânlık
olanağını ortadan kaldıran bir toplum örgütlenmesi, Yahudi’yi
olanaksızlaştırmış demektir. Yahudi’nin dinsel bilinci, ince bir sis gibi,
toplumun gerçek yaşamsal atmosferinde dağılıp çözülüp gidebilecektir. Diğer
taraftan, Yahudi bu pratik özünü boş görür ve ortadan kaldırılışı için
çalışırsa, kendini şimdiye kadarki gelişiminden kurtarmış, genel olarak insani
özgürleşme için çalışmış ve öfkesini insani öz yabancılaşmanın en yüksek pratik
ifadesine yöneltmiş olur… Yahudi’nin özgürleşmesi, son tahlilde insanlığın Yahudilikten
özgürleşmesidir. Yahudi kendini zaten özgürleştirmişti ama Yahudi tarzında.”
(Marx 1997, 45)
Marx,
Yahudiliğin dayanakları konusunda da şunları söylemektedir: “Yahudi dininin dayanağı, esas olarak nedir?
Pratik gereksinim, egoizm. Bu yüzden Yahudi’nin tektanrıcılığı (tevhid),
gerçekte pek çok gereksinimin çoktanrıcılığıdır (şirk), kenefi bile tanrısal
yasanın konusu yapan bir çoktanrıcılıktır. Pratik gereksinim, egoizm, sivil
toplumun ilkesidir ve sivil toplum politik devleti tamamen doğurur doğurmaz, bu
saf biçiminde görünür. Pratik gereksinimin ve özel çıkarların tanrısı paradır. Para,
İsrail'in kıskanç tanrısıdır, önünde başka hiçbir tanrı varlığını sürdüremez.
Para insanın tüm tanrılarını aşağılar ve onları metalara çevirir.” (Marx
1997, 48) Marx, Yahudi’yi ve Yahudiliği anlamanın yolunun pratikleri incelemek
olduğunu ısrarla vurgulamaktadır: “Eksiksiz
pratikte, Hristiyan’ın göksel saadet egoizmi, zorunlu olarak, Yahudi’nin maddi egoizmine,
gereksinim yersel gereksinime, öznelcilik de özel çıkarlara dönüşür Yahudi’nin
direngenliğini, diniyle değil ama tersine, dininin insani temeliyle -pratik gereksinimle,
egoizmle- açıklıyoruz.” (Marx 1997, 52)
YAHUDİ VE HRİSTİYAN PRATİKLERİ
Yahudi Sorunu
adlı kitapta Marx, Yahudilerin güncel hayattaki yaklaşım ve tutumlarına dair
çok keskin ve net saptamalar yapmıştır. Marx, Yahudi sorununu Yahudilerin
Yahudi kalarak çözemeyeceğini iddia etmektedir. Marx, aynı iddiayı Hristiyanlık
için de ileri sürmektedir. Çünkü Yahudi uygulamalarında belirlediği hususlar
Hristiyanlıkta da görülmektedir: “Hıristiyanlık
Yahudilikten çıkmadır ve yeniden onda çözüşmüştür. Hristiyan baştan beri
teorize eden Yahudi’ydi; Yahudi, bu yüzden pratik Hristiyan’dır ve pratik
Hristiyan da yeniden Yahudi olmuştur. Hristiyanlık gerçek Yahudiliğe yalnızca
görünüşte üstün gelmiştir. Pratik gereksinimin kabalığını, onu mavi göklere
çıkarmanın dışında bertaraf edemeyecek kadar asildi, tinseldi. Hıristiyanlık
Yahudiliğin yüce fikri, Yahudilik Hristiyanlığın kaba pratik uygulanışıdır.”
(Marx 1997, 51) Marx, Müslümanlardan bahsetmese bile muhtemelen İslam için aynı
iddiayı tekrarlayacaktı. Çünkü onun iddiası, tüm mülkiyet ilişkisinin toptan
yok edilmesiyle oluşacak sosyal yapının ekonomik ve toplumsal alanı
özgürleştireceği, dinsel inançlardan kopmakla da düşünsel özgürlüğün sağlanacağıdır.
Bu nedenle onun genellemeciliğine değil de Yahudilerin pratiğine dair yaptığı
somut belirlemelerin özgünlüğüne bakmamız gerekmektedir.
MÜSLÜMAN PRATİKLERİ
Marx, Yahudi
Sorunu adlı kitabında son söz olarak “Yahudi’nin
toplumsal özgürleşmesi, toplumun Yahudilikten özgürleşmesidir.” (Marx 1997,
52) demektedir. Yahudi Sorunu adlı kitapta Marx’ın eksik bıraktığı bir alan
olarak Müslümanların pratiğine bakmak ise bize düşmektedir. Bunun için de önce
Marx’ın şu tespitlerini de tekrar hatırlamak gerekmektedir. “O hâlde günümüz Yahudi’sinin özünü yalnızca
Pentateuch'ta (Tevrat’ta) ya da Talmud'da değil, bugünkü toplumda da buluyoruz,
üstelik soyut değil, en üst düzeyde ampirik bir öz olarak.” (Marx 1997,
52) Bu yöntemle bakıp Müslümanlığın
özünü; idealde, Kuran’da ya da sünnette değil de pratikte aradığımızda; Müslümanların
inanç, düşünce ve tutumlarının; tanrısı para, dini tüccarlık olan Yahudilerinkinden
farklı olmadığını görmekteyiz. Hâlbuki Müslümanların pratiği, namazın her rekâtında
okunan Fatiha suresiyle belirtilen sıratımüstakim olmalıydı. Çünkü “Bizi doğru yola, kendilerine nimet
verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”
ayetlerini yorumlayan müfessirler, sapmışların Hristiyanlar, gazaba
uğrayanların ise Yahudiler olduğunu söylemektedir. Müfessirlere göre
Hristiyanlar uhrevi ve mistik olana aşırı yönelişleri, Yahudiler ise dünyevi ve
maddi olana düşkünlükleriyle Rabbimizin rızasından uzaklaşmışlardır. Bunlar
arasında dengeli ve dosdoğru yolu seçmesi gereken Müslümanların mevcut hâli ise
ortadadır. Her rekâtta bu sözü Rablerine veren Müslümanların hâlini/pratiğini
ise evde, sokaklarda, ticarethanelerde, resmî veya sivil kurumlarda; ekrana
veya sözlü ya da yazılı basına yansıyanlarda görmek mümkündür. Mevcut şartlar
çerçevesinde ve olayların gölgesinde ise nihai söz olarak hem bir tespit hem de
mükellefiyet bağlamında -Marx’tan ilhamla- son söz olarak şunu söylemek
mecburidir: “Müslümanların özgürleşmesi,
Müslümanların Yahudi tarzı düşünce ve pratiklerden özgürleşmesiyle olacaktır.”
Karl Marx,
Yahudi Sorunu, Sol Yayınları, Ankara 1997.
(SEBÎLÜRREŞAD
dergisinin Kasım 2023/Rebiülahir 1444 tarihli 1094. sayısında yayımlanmıştır.)