11 Nisan 2023 Salı

TARİH KIRILIRKEN BİZ

TARİH KIRILIRKEN BİZ

Batı dışı dünya için çoğu sonucu felaket olan “modern durum”u kavramakta bile zorlanırken “post-modern durum”la yaşamak mecburiyetinde kalmıştık. Hâlâ moderni de post-moderni de tam olarak anladığımızı iddia edemiyoruz. Şimdi ise olanca güçsüzlüğümüzle sadece ve sadece maruz kaldığımız “post-truth (gerçeklik ötesi) durum”dayız.  Böyle bir zamanda zihinsel konforunu bozmaya cesaret eden bir yazarla karşılaşmak insana heyecan ve umut veriyor. Levent Özmen tarafından yazılmış “Tarih Kırılıyor” adlı kitap böyle bir kitap. Tarihin kırılması, elbette bir değişim ve dönüşüme işaret ediyor. Söz konusu değişim ve dönüşüm, kırılma kelimesiyle anlatılınca sertlik ve derinlik vurgulanmış oluyor. Çünkü “kırılmak”, “parçalara ayrılmak yanında; bükülmek, yönelmek, kitabın yazarının özellikle ifade etmek istediği gibi, “sert bir şekilde doğrultu değiştirmek” anlamını da veriyor.

Tarihin akışının hızlandığı, değişimin çok keskin gerçekleştiği, yeni olanın daha kapsamlı ortaya çıktığı, eskinin şaşırtıcı bir hızla kaybolduğu zamanlar; tarihin kırılma zamanları olarak düşünülebilir. Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel”  ve İlber Ortaylı’nın “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” adlı eserlerini de anarak ifade edecek olursak tarihin bazı kesitlerinde, on yıllar hatta yüz yıllar şekilleniyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Varşova Paktı’nın bitişi, iki Almanya’nın birleşmesi gibi olaylar, çok kısa zaman dilimlerinde gerçekleşmiştir. Tarihin kırılması açısından süre olarak daha uzun bir kesiti örnek vereceksek Roma’nın kuruluş aşaması, aklımıza gelecektir. Çünkü bu kuruluş, sonraki yüzyılları etkilemiş hatta belirlemiştir.

“Tarih Kırılıyor” adlı kitabın kapağında “Savaşta ve Saldırı Altındayız” alt başlığı da verilmiş. İddialı isim ve en az onun kadar iddialı bir alt başlığa sahip olan kitap bu yönüyle bile göz atılmaya değer olduğunu başta hissettiriyor. Kitabın ilk bölümünde “Sanayileşme dönemindeki bir kırılma mı yaşıyoruz?” diye soruluyor ve sanayileşme sürecinin etkileri, yaşadığımız gelişmelerin doğuracağı sonuçları açıklayabilmek için ortaya konuyor. “Köleliğin Evrimi” başlığını taşıyan sonraki bölümdeyse ilginç bir süreç anlatılıyor. Çünkü eski kölelik biçiminde ağırlıklı olarak, kişinin beden gücü kullanılırdı. Çoğu zaman ömür boyu kölenin emeği sömürülürdü. O dönemlerde her şeye rağmen kısmi bir ruhsal özgürlükten söz edilebilirdi. Şimdiki zamanda ise Byung-Chul Han'ın “Psikopolitika” adlı çalışmasında ifade ettiği gibi kölelik, artık daha acımasızca ve gönüllü olarak sürdürülmektedir. İnsanların artık sadece bedeni değil ruhu da köleleştirilmiştir. Asıl acınacak durum ise bu köleleştirmenin -başkaları tarafından değil- bir performans öznesi olan bireyin kendisi tarafından kendi ruhuna ve bedenine yapılmış olmasıdır. Burada planlama, üretim ve denetimle ilgili tüm süreçler de yine bireyin kendisi tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu durum, insanın kendi kendini “performans öznesi” olarak ortaya koymasıyla ile oluşmuştur. İşte Levent Özmen, Byung-Chul Han’ın dramatik bir şekilde ifade ettiği kölelik biçimini bedensel ve ruhsal olarak kabul etmeyenlerin zorla köleleştirilmek istendiğini, bireysel açıdan tam da bu noktada saldırı altında olduğumuzu anlatıyor.

Millet ve toplum olarak saldırı altında oluşumuz ise “Değer Savaşları ve Anlaşma Gücü” başlıklı bölümde ve kitap boyunca sıkça anlatılmış. Kitapta, “Gelecekte su savaşları gibi insan savaşları da olacak mı?” denerek insana vurgu yapılıyor. Hangi değerlerin neyi inşa ettiği, hangi değerler için hangi maliyetlere katlanılması gerektiği gibi hususlara işaret ediliyor. “Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluş İddiası” başlıklı bölümde de Cumhuriyet Dönemi’nde esas alınan iddialar ve bunlara dayalı uygulamalar anlatılıyor. Özellikle ekonomideki devletçi politikaların olumlu sonuçlandığı iddia ediliyor. Kültürel alanda ilk dönem yapılanlar; Etibank, Sümerbank örneğinde temsil edildiği gibi geçmiş medeniyetlerle ilgili yorumlamalar; geçmişi de geleceğe uygun tasarlayan Batı’nın yaptığının benzerini yapmak isteyişimize bağlanıyor. Söz konusu uygulamalar nedeniyle ekonomi, bilim ve kültürde ortaya çıkan sonuçların hiç de iç açıcı olmadığını düşündüğümüz için yazardan bu hususta ayrılsak da yazarın bugünü anlamak için geçmiş, anlamak ve geleceği kestirmek gerektiği vurgusunu benimsiyoruz.

Tarih Kırılıyor adlı kitapta kanımca “Sentetik Biyoloji, Uzayın Keşfi ve Asteroit Madenciliği” başlıklı bölümler daha yoğun bir dikkatle okunması gereken bölümler olarak karşımıza çıkıyor. Kitap boyunca;

·         Uzayı fethetme istek ve çabamızdan dijital arkeolojiye,

·         Makine tasarımlı biyolojik öğrenmeden davranışları belirleyen psikolojilere etki eden proteinlere,  

·         Uzaydan elden edilecek kazançların paylaşımından yine oradan gelebilecek saldırıya karşı savunmaya,

·         Canlı ve cansız karışımı hibrit varlıklardan yaşanabilecek iklim değişimleri nedeniyle Batı dünyasının Afrika’ya göçüne,

·         En son homojen biyolojik varlıklar olup olmadığımızdan bellek ve bilincimizin makine ya da bir bebeğe nakledip nakledilemeyeceğine

kadar pek çok konuya temas edilmiş. Tüm bunlar yapılırken bilimsellik adına değersiz ve nötr bir bakış açısı tercih edilmemiş. Tam tersine sorumluluk, dert ve değer sahibi olarak konular belirlenip ele alınmış. Kitap boyunca komplo teorilerine ve mitik söylemlere başvurulmadan bilimsel kriterlere uyularak bilgi ve düşünceler dile getirilmiş. Kitaptaki tespitlerin bazıları kimi noktalarda tartışılır olsa bile kafa yorulması gereken hayati sorunları ele almasıyla özgünlük kazanıyor. Velhasıl, gelecek adına endişemiz varsa daha bugünden iyisini istiyorsak sorumlu bir kafanın bilgi, düşünce, tespit ve tahlillerini içeren Tarih Kırılıyor, gözden kaçırılmaması gereken bir çalışma.

Derinden hissediyoruz ki gelecek; belirsiz, ilginç ve yepyeni bir şekilde geliyor. Gelecek, bugünün tekrarı veya geçmişin kopyası olarak karşımıza çıkmayacak. İster koşu diyelim isterse de yürüyüş ya da kitabın kapağındaki ifadeyle savaş da diyebiliriz, ortada bir mücadele olduğu kesindir. Bu mücadeleyi tembel ve konforlu hayata talip olanlar değil çalışmayı göze alanlar, yeni düşünce, bilgi ve görüş üretenler kazanacaktır. Son kertede evrensel buyruk bize değişimin en temel yasasını söylüyor: “Bir topluluk kendisini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad:11) Öyle ki, ancak yapısal sorunlarımızı anlama ve çözme çabasına sahip olursak bireysel ve toplumsal durumumuz dolayısıyla dünyadaki konumumuz değişecektir.

 (SEBÎLÜRREŞAD dergisinin Ocak 2023/Cemazi-el Ahir 1444 tarihli 1084. sayısında yayımlanmıştır.)

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.