TARİH KIRILIRKEN BİZ
Batı dışı
dünya için çoğu sonucu felaket olan “modern durum”u kavramakta bile zorlanırken
“post-modern durum”la yaşamak mecburiyetinde kalmıştık. Hâlâ moderni de post-moderni
de tam olarak anladığımızı iddia edemiyoruz. Şimdi ise olanca güçsüzlüğümüzle sadece
ve sadece maruz kaldığımız “post-truth (gerçeklik ötesi) durum”dayız. Böyle bir zamanda zihinsel konforunu bozmaya
cesaret eden bir yazarla karşılaşmak insana heyecan ve umut veriyor. Levent
Özmen tarafından yazılmış “Tarih Kırılıyor” adlı kitap böyle bir kitap. Tarihin
kırılması, elbette bir değişim ve dönüşüme işaret ediyor. Söz konusu değişim ve
dönüşüm, kırılma kelimesiyle anlatılınca sertlik ve derinlik vurgulanmış
oluyor. Çünkü “kırılmak”, “parçalara ayrılmak yanında; bükülmek, yönelmek, kitabın
yazarının özellikle ifade etmek istediği gibi, “sert bir şekilde doğrultu
değiştirmek” anlamını da veriyor.
Tarihin akışının hızlandığı, değişimin çok keskin gerçekleştiği, yeni olanın daha kapsamlı ortaya çıktığı, eskinin şaşırtıcı bir hızla kaybolduğu zamanlar; tarihin kırılma zamanları olarak düşünülebilir. Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” ve İlber Ortaylı’nın “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” adlı eserlerini de anarak ifade edecek olursak tarihin bazı kesitlerinde, on yıllar hatta yüz yıllar şekilleniyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Varşova Paktı’nın bitişi, iki Almanya’nın birleşmesi gibi olaylar, çok kısa zaman dilimlerinde gerçekleşmiştir. Tarihin kırılması açısından süre olarak daha uzun bir kesiti örnek vereceksek Roma’nın kuruluş aşaması, aklımıza gelecektir. Çünkü bu kuruluş, sonraki yüzyılları etkilemiş hatta belirlemiştir.
“Tarih
Kırılıyor” adlı kitabın kapağında “Savaşta ve Saldırı Altındayız” alt başlığı
da verilmiş. İddialı isim ve en az onun kadar iddialı bir alt başlığa sahip
olan kitap bu yönüyle bile göz atılmaya değer olduğunu başta hissettiriyor. Kitabın
ilk bölümünde “Sanayileşme dönemindeki bir kırılma mı yaşıyoruz?” diye soruluyor
ve sanayileşme sürecinin etkileri, yaşadığımız gelişmelerin doğuracağı
sonuçları açıklayabilmek için ortaya konuyor. “Köleliğin Evrimi” başlığını
taşıyan sonraki bölümdeyse ilginç bir süreç anlatılıyor. Çünkü eski kölelik
biçiminde ağırlıklı olarak, kişinin beden gücü kullanılırdı. Çoğu zaman ömür
boyu kölenin emeği sömürülürdü. O dönemlerde her şeye rağmen kısmi bir ruhsal
özgürlükten söz edilebilirdi. Şimdiki zamanda ise Byung-Chul Han'ın “Psikopolitika”
adlı çalışmasında ifade ettiği gibi kölelik, artık daha acımasızca ve gönüllü
olarak sürdürülmektedir. İnsanların artık sadece bedeni değil ruhu da
köleleştirilmiştir. Asıl acınacak durum ise bu köleleştirmenin -başkaları
tarafından değil- bir performans öznesi olan bireyin kendisi tarafından kendi
ruhuna ve bedenine yapılmış olmasıdır. Burada planlama, üretim ve denetimle ilgili
tüm süreçler de yine bireyin kendisi tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu
durum, insanın kendi kendini “performans öznesi” olarak ortaya koymasıyla ile
oluşmuştur. İşte Levent Özmen, Byung-Chul Han’ın dramatik bir şekilde ifade
ettiği kölelik biçimini bedensel ve ruhsal olarak kabul etmeyenlerin zorla
köleleştirilmek istendiğini, bireysel açıdan tam da bu noktada saldırı altında
olduğumuzu anlatıyor.
Millet ve
toplum olarak saldırı altında oluşumuz ise “Değer Savaşları ve Anlaşma Gücü”
başlıklı bölümde ve kitap boyunca sıkça anlatılmış. Kitapta, “Gelecekte su
savaşları gibi insan savaşları da olacak mı?” denerek insana vurgu yapılıyor.
Hangi değerlerin neyi inşa ettiği, hangi değerler için hangi maliyetlere
katlanılması gerektiği gibi hususlara işaret ediliyor. “Türkiye Cumhuriyeti'nin
Kuruluş İddiası” başlıklı bölümde de Cumhuriyet Dönemi’nde esas alınan iddialar
ve bunlara dayalı uygulamalar anlatılıyor. Özellikle ekonomideki devletçi
politikaların olumlu sonuçlandığı iddia ediliyor. Kültürel alanda ilk dönem yapılanlar;
Etibank, Sümerbank örneğinde temsil edildiği gibi geçmiş medeniyetlerle ilgili
yorumlamalar; geçmişi de geleceğe uygun tasarlayan Batı’nın yaptığının
benzerini yapmak isteyişimize bağlanıyor. Söz konusu uygulamalar nedeniyle ekonomi,
bilim ve kültürde ortaya çıkan sonuçların hiç de iç açıcı olmadığını
düşündüğümüz için yazardan bu hususta ayrılsak da yazarın bugünü anlamak için
geçmiş, anlamak ve geleceği kestirmek gerektiği vurgusunu benimsiyoruz.
Tarih
Kırılıyor adlı kitapta kanımca “Sentetik Biyoloji, Uzayın Keşfi ve Asteroit Madenciliği”
başlıklı bölümler daha yoğun bir dikkatle okunması gereken bölümler olarak
karşımıza çıkıyor. Kitap boyunca;
·
Uzayı fethetme istek ve çabamızdan dijital
arkeolojiye,
·
Makine tasarımlı biyolojik öğrenmeden
davranışları belirleyen psikolojilere etki eden proteinlere,
·
Uzaydan elden edilecek kazançların paylaşımından
yine oradan gelebilecek saldırıya karşı savunmaya,
·
Canlı ve cansız karışımı hibrit varlıklardan
yaşanabilecek iklim değişimleri nedeniyle Batı dünyasının Afrika’ya göçüne,
·
En son homojen biyolojik varlıklar olup
olmadığımızdan bellek ve bilincimizin makine ya da bir bebeğe nakledip
nakledilemeyeceğine
kadar pek çok konuya temas edilmiş.
Tüm bunlar yapılırken bilimsellik adına değersiz ve nötr bir bakış açısı tercih
edilmemiş. Tam tersine sorumluluk, dert ve değer sahibi olarak konular
belirlenip ele alınmış. Kitap boyunca komplo teorilerine ve mitik söylemlere
başvurulmadan bilimsel kriterlere uyularak bilgi ve düşünceler dile getirilmiş.
Kitaptaki tespitlerin bazıları kimi noktalarda tartışılır olsa bile kafa
yorulması gereken hayati sorunları ele almasıyla özgünlük kazanıyor. Velhasıl,
gelecek adına endişemiz varsa daha bugünden iyisini istiyorsak sorumlu bir
kafanın bilgi, düşünce, tespit ve tahlillerini içeren Tarih Kırılıyor, gözden
kaçırılmaması gereken bir çalışma.
Derinden hissediyoruz
ki gelecek; belirsiz, ilginç ve yepyeni bir şekilde geliyor. Gelecek, bugünün tekrarı
veya geçmişin kopyası olarak karşımıza çıkmayacak. İster koşu diyelim isterse de
yürüyüş ya da kitabın kapağındaki ifadeyle savaş da diyebiliriz, ortada bir
mücadele olduğu kesindir. Bu mücadeleyi tembel ve konforlu hayata talip olanlar
değil çalışmayı göze alanlar, yeni düşünce, bilgi ve görüş üretenler
kazanacaktır. Son kertede evrensel buyruk bize değişimin en temel yasasını
söylüyor: “Bir topluluk kendisini değiştirmedikçe Allah onların durumunu
değiştirmez.” (Rad:11) Öyle ki, ancak yapısal sorunlarımızı anlama ve çözme
çabasına sahip olursak bireysel ve toplumsal durumumuz dolayısıyla dünyadaki
konumumuz değişecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.