ÜTOPYA VE DİSTOPYA ARASINDA: İTALYA
Türk ütopyası ya
da distopyası mümkün mü? Birileri,
kendi bakış açısına göre ikisinin de olabileceğini söylüyor ama bunu
söyleyenlerin hiçbiri, sistemli bir görüş sunabilecek durumda değil. Çünkü
bireysel özgürlükten üretime, eğitimden inanca, sanattan bilime kadar hemen her
alanda geçerli sistem tasarlayıp kapsamlı ve tutarlı bir yapı inşa etmek çok
zor. Bu, günümüzde bizim aramızda pek az insanın ulaştığı bir seviyedir. Peki
tarihimizde hiç mi dört başı mamur ütopya yazılmadı? Yazıldı ama o dönem
yüzlerce yıl önceydi.
Ütopya yazımı; sistematik, bütüncül ve
oylumlu yaklaşım gerektireceği için en azından şimdilik pek mümkün görünmüyor! Bu
nedenle Türkiye yüzyılı vb. ifadeler, ütopik hedef silsilesi bile olamıyor,
günlük siyasetin ötesine geçemiyor. Ütopyaların bazılarının neredeyse gerçek
olduğu bu zamanda, metaların büyüsüne kapılmış ve sonuçların hapishanesinde kalmış
Türkler ve Müslümanlar için temenni ve hayallerden öte bir kurgu bile başarılabilir
değil. Yaşadığımız ortam ve şartlarda -düşünsel bütünlük ve sosyal sistem
özelliği taşıyan bir ütopya kurmak şöyle dursun- vasat bilimsel, edebî ve
sanatsal üretimlerin dışında “Yüzüklerin Efendisi” gibi fantastik anlatı ya da “Hay
Bin Yakzan” gibi felsefi hikâye ya da “Matriks” gibi bilim kurgu üretmek dahi
imkânsız görünüyor.
Güç ve çıkarını korumak için üretilen
propaganda ve yalana dayalı politik vaatlerin, sürekli kendinden menkul ileri
olduğu algısıyla kibirli orta sınıfa ait kuruntuların veya yoksul geniş halk
kesimlerine ait alelade hayallerin bir ütopya üretmesini beklemek imkânsızdır.
Bunların ütopya üretmek bir yana günlük hayatı bile bir adım öteye götüremeyeceği
gerçeği ortadadır.
ÜTOPYA
Ütopyayla ilgili bu karamsar görünen
ama gerçekçi tespiti en başta yaptıktan sonra söz konusu tarza adını veren
Thomas More’dan hareketle şu anki toplumun tepe noktalarını konuşabiliriz. More,
var olan durumdan rahatsızlığını ifade etmek ve daha iyisinin mümkün olduğunu
belirtmek için hayali bir ülke kurmuş, bu ülkenin şehirleri, kırsal alanları ve
insanları üzerine söz söylemiştir. Doğumdan ölüme kadar geçen insan yaşamında
eğitim ve sanattan din ve bilime kadar her alanda oluşturulan ya da
oluşturulabilecek hayalî bir ülkeyi anlatmıştır. Bu ülkenin tarihini ve
sistemini, ekonomisinden sanatına kadar düzenleyip sunmuştur. Söz konusu Ütopya
ülkesini görüp anlatan kahraman ise Raphael’dir. Raphael’in birikiminin yönetim
katında değerlendirilmesi üzerine Peter, More ve Raphael arasında yapılan tartışmalar
ise gerçekten öğreticidir:
"Doğrusu, sevgili Raphael," dedi "niçin bir kral yanına
girmediğinize şaşıyorum. Hangisine başvursanız sizden hoşlanır ve yararlanır.
Boş zamanlarında bütün bu bildiklerinizi seve seve dinler, değişik memleket ve
insan örneklerinden değerli dersler alırdı. Üstelik siz de hem kendinize hem de
ailenize, dostlarınıza, parlak bir durum sağlardınız."
"Ailemden yana pek kaygım yok," dedi Raphael, "onlara karşı
ödevimi yaptım sanıyorum. Herkes varını yoğunu ihtiyarlığında, ölüm döşeğinde,
elleri zaten hiçbir şey tutamaz olunca başkalarına bırakır. Bense genç ve
sapasağlamken her şeyimi yakınlarıma verdim. Bana bencil demeye dilleri varmaz
herhâlde, daha fazla para kazanmak için benim bir krala kölelik etmemi
isteyemezler."
"Yanlış anlamayın," dedi Peter; "ben sizin kral yanına uşak
olarak değil bakan olarak girmenizi söylemek istedim."
"Krallar, dostum, ikisini pek ayırmazlar birbirinden. Bakanı da
kendilerine hizmet eden bir adam diye görürler." (Utopia 2022, 7-8)
Peter’in teklifine Raphael’in tepkisine rağmen Thomas
More, kralın yanında olunmasında ısrarcıdır:
“Ama bana öyle geliyor ki sizin kadar büyük yürekli, olgun düşünceli bir
adam rahatlığı pahasına da olsa zekâsını kamu işlerinde kullanmalıdır. Bunu en
verimli olarak yapmanın yolu da büyük bir kralın danışmanları arasına
girmektir. Çünkü siz nasıl olsa şerefinize ve doğruluğa aykırı tek söz
edemezsiniz. Bildiğiniz gibi kral öyle bir kaynaktır ki iyilik de kötülük de
oradan sel gibi akar halkın üstüne. Devlet işlerine alışkın olmasanız bile
bunca bilginiz ve zekânızla en cahil bir krala bile çok yararlı bir bakan
olabilirsiniz." (Utopia 2022, 8)
More’un bu itiraz ve önerisine karşı Raphael, en tepedeki
yöneticinin etrafında bulunan, kendilerine danışılan kişileri ve onların
özelliklerini sıralar:
“Bunların
bir kısmı ağızlarını açmaz çünkü söyleyecek sözleri yoktur, kendileri akıl
danışmak durumundadır. Bir kısmınınsa akılları erer, işe yarayacaklarını da
bilirler ama her zaman gözde olan yetkilinin düşüncesini paylaşırlar, ortaya
attığı budalalıkları alkışlarlar. Bütün bu aşağılık asalakların tek kaygısı,
yüz karası bir dalkavuklukla, kralın tuttuğu adamın desteğini kazanmaktır. Bir
diğer kısmı da kendilerini beğenmiş kişilerdir, yalnız kendi düşüncelerine
değer verir, kimseyi dinlemezler… Yükselme tutkusunun, para kaygısının ya da
kendini beğenmişliğin ağır bastığı bu danışma kurullarında yapılan nedir? Biri
çıkar da geçmiş zamanlardan ya da yabancı ülkelerden örnek getirip yeni bir
düşünce ileri sürecek olursa bütün dinleyenlerin akılları başlarından gider;
hepsini hele kendisini beğenmişleri bir telaştır alır, akıllılık ünlerini
yitirmekten, budala sayılmaktan korkarlar… Onlara bakacak olursanız,
atalarından daha akıllı bir adam çıktı mı insanlık batar. Bununla beraber
atalarımızdan kalan en güzel kurumları yaşatmakta, geliştirmekte hiç de ateşli
değiliz. Biri onları düzeltmeye, yenileştirmeye kalktı mı ilerlemeye katılmamak
için eskiye sarılırız. Her yerde bu küflü, bu saçma, bu böbürlü kafaları görmüşümdür.” (Utopia
2022, 9-10)
Raphael’in anlattıklarına göre yönetim katının ekonomi
konusundaki durumu ise daha vahimdir:
“Şimdi para işlerine gelelim. İçeride nasıl bir yönetim ve adalet yolu
tuttuklarına bakalım.
Biri çıkar, krala der ki: Devlet paranın değerini verirken artırsın,
alırken indirsin. Böylelikle kral hem borçlarını kolayca öder hem de hazinesini
hemen doldurur.
Bir başkası, yalancıktan bir savaş ihtimalinden söz edip yeni bir vergi
koyalım, der: Paralar toplandıktan sonra kral barıştan yana olduğunu söyler ve
bu mutlu kararın kiliselerde büyük törenlerle kutlanmasını ister. Halk bayram
eder, halkının kanı dökülmesin diye savaştan vazgeçen merhametli kralını
göklere çıkarır.
Bir başkası krala çok eskiden konmuş ama unutulup gitmiş, küf tutmuş bir
yasayı hatırlatır: Kimse bu yasayı bilmediği için herkes çiğnemektedir. Ona
uygun olarak yeniden cezalar yerine getirilmeye başlandı mı bir gelir kaynağı,
hem de şerefli bir kaynak sağlandı demektir.
Bir başkası şöyle bir yolu daha kazançlı görür: Yüksekçe para cezaları
isteyen yeni yasaklar çıkaralım, bu yasakların çoğu halkın yararına olsun. Kral
bu yasaklardan çıkarlarına zarar gelecek kişilere büyük paralar karşılığı
olarak kaçamak yolları versin…
Bir başkası krala yargıçlarla anlaşmayı, çıkarlarını, onlara sağlatmayı
salık verir: Efendimiz der, yargıçları sarayına çağırmalı, sofrada onlarla
hazinesini ilgilendiren sorunları tartışmalı. Bir dava ne kadar haksız olursa
olsun onu haklı gösterecek bir yargıç bulunur.” (Utopia 2022, 28-29)
More,
Raphael’in bu sözlerine rağmen yine de iddiasında ısrara devam eder: “Sizin
ilkelerinizin tam karşıtlarıyla yetişmiş insanlar karşısındasınız: Bütün
düşündüklerinin saçma ve haksız olduğunu yüzlerine vurursanız elbet dinlemezler
sizi. Dikine değil, yanlamasına gideceksiniz. Doğruyu yerinde ve ustalıkla
söyleyeceksiniz. Çabalarınız iyilik getirmese bile kötülüğün azalmasını sağlar
hiç olmazsa her şeyin iyi olması için bütün insanların iyi olması gerekir. O da
yarın öbür gün olacak işlerden değil." (Utopia 2022, 32)
More’un açıklama karşısında Raphael ‘in yeni sözleri
şunlardır:
"Dediğiniz
gibi yaparsam ne olur bilir misiniz? Başkalarını delilikten kurtarayım derken
kendim sapıtırım.” (Utopia 2022, 32)
Bunu
dedikten sonra Raphael, sohbet ilerledikçe sözlerine şunları da ekler:
“Herkese
aykırı gelir, alaya alınır, saçma bir yenilik sayılır diye insanlığın acı
gerçeklerini ortaya atmamak korkaklık ya da kötü bir sıkılganlıktır. Öyle
değilse İncil'i hiç açmamalı ve İsa'nın yolunu Hıristiyanlardan saklamalı. İsa
Havarilerine susmayı ve gizlemeyi yasaklıyor ve şöyle diyordu onlara sık sık:
“Benim alçak sesle kulağınıza söylediklerimi siz yüksek sesle, ulu orta
söyleyeceksiniz.” İsa'nın söyledikleriyse bizim dünyamıza benim konuşmamdan
daha da aykırı gelecek şeylerdi. İsa'nın usta sözcüleri sizin demin dediğiniz
gibi yanlamasına bir yol tuttular; insanların, kötü alışkanlıklarını
Hıristiyanlığa uydurmaktan kaçındıklarını görünce İncil'i insanların kötü
alışkanlıklarına göre eğip büktüler. Bu ustaca manevra nereye götürdü onları?
İnsanların vicdan rahatlığıyla kötülük edebilmelerini sağlamış oldular.
Kralların yanında benim alacağım sonuç daha parlak olmayacak… Bunlar öyle işler
ki ya girmem diyeceksiniz ya da girip suç ortağı olacaksınız. En korkunç
düşüncelere katılmanız, bir vebadan daha tehlikeli kararlara oy vermeniz
gerekecek…” (Utopia 2022, 33-34)
Ütopya’daki bu tartışmalar bugüne dair
çok şey hissettiriyor. Ülkemiz özelinde uzak hedefler, 2071, çılgın projeler
gibi ütopik sözler ve onlarla beraber tersinden söylenen hanedan oluşacak,
istibdat geri gelecek, nefessiz bir kontrol toplumunda yaşayacağız gibi distopik
sözler var. Bu sözler, gerçeğin uzağında duruyor çünkü Türkiye, kendi vasatını
yaşayarak yoluna devam edecek gibi görünüyor. Dün neysek bugün de yaklaşık
oyuz. Değişen bir şeyin olmayışı, dinginlik ve ermişlikle ulaşılan bir mertebe
değil hiç başlamamakla ilgili bir atalettir.
İTALYA
“Toplumun idarecileri Ütopya’daki
gibiyken idare edilenler ne durumda?” diye düşünürsek Goethe’yi ve onun İtalya
Seyahati adlı eserini aklımıza getirmek yerinde olacaktır. Yoksulları, orta
sınıftaki insanları ve zenginleriyle bu toplumu anlamak, pek çok toplumdaki
yönetilenlerin durumunu anlamaya yardımcı olacaktır. Bu insanların bir ütopya
beklentisi ya da distopya çekincesi olabilir mi? Olsa bile bu durumu
umursamaları ihtimali var mı? Evet, bu soruların cevabını aradığımız noktada Goethe’nin
İtalya’da yaşayanlar hakkındaki gözlem ve yorumları dikkate değerdir.
Goethe’nin anlattıklarına göre dönemin İtalya’sında gürültü patırtı eksik
olmuyor, insanlar hep eğleniyor ama bunun yanında ruhu ısıtmayan bir şeyler var
gibidir. Eğlenen, gürültü patırtı yapan insanlar bile mutsuzdur. Bu insanların
gerçek bir neşe ve mutlulukları yoktur, derinde bir kaygı ve mutsuzluk yaşamaktadırlar.
Bunun gerçek nedenini ekonomik duruma işaret ederek açıklıyor Goethe: “Taşkınlıklar
nihayet sona erdi! Sayısız ışıklar dün gece çılgınca bir manzara arz ediyordu.
İnsan kendini Roma karnavalını tekrar görmek arzusundan tamamen kurtarabilmek
için, bunu bir kere görmüş olmalı. Bunu yazı ile tasvir imkânsız, ağızdan
dinlemek herhâlde daha eğlenceli olacak. Bu işin hoş olmayan tarafı, insanlarda
içten gelen bir neşenin eksikliği ve sahip oldukları azıcık neşelerini de açığa
vurabilmek için kâfi paraları olmaması. Zenginler tutumlu ve kendilerini kapıp
koyuvermiyorlar, orta sınıf parasız, halksa tembel. Son günler de gürültü
müthiş fakat içten gelme neşe eksikti. Sonsuz berrak ve güzel gökyüzü,
aşağıdaki bu çılgınlıkları asalet ve saflıkla seyretti.” (İtalya Seyahati
1990, 260)
Ekonomik zorluklarla ezilmiş
parasızlıktan yılmış ve geleceğine dair makul ve güzel hayaller kuramayan bir
toplumdan ne beklenebilir ki? Böyle bir durumda geriye ancak sahte gülmeler ve
insanın kendini kandırdığı eğlenceler kalır. Eğlenirken bile kişilerin
ruhlarında derin bir kaygı vardır. Gelecekten ciddi bir beklentileri olmayan bu
insanların neşe veya eğlencesi birdenbire kavgaya dönebilir ve insanlar
birbirini kolayca öldürebilirler:
“Bu
millet hakkında ancak şunu söyleyeceğim: Mağara ve ormanlarda yaşasaydılar ne
olacak idilerse bütün bu din ve sanat azamet ve ihtişamı içinde de yine ondan
bir parmak bile üstün olmayan tabiat mahlûkları. Bütün yabancıların gözüne
batan ve bugün yine bütün şehrin bahis mevzuu ettiği öldürme vakaları, burada
bir fevkaladelik teşkil etmiyor. Bunu sadece laf olsun diye konuşuyorlar. Şu
son üç hafta içinde sade bizim civarda dört kişi öldürüldü. Bugün de
Schwendimann’ı, burada çalışan İsviçreli bir madalyon sanatkârını, Heldinger’in
son şakirdini öldürdüler, tıpkı Winkelmann’a yaptıkları gibi. Boğuştuğu katil,
sanatkârı yirmi yerinden bıçakladıktan sonra, tam devriyenin yetiştiği sırada
kendini de bıçaklamış. Bu, buranın modasına uygun olmayan bir tarz. Çok defa
katil bir kiliseye sığınıyor ve böylece her şey yoluna giriyor.” (İtalya Seyahati 1990, sayfa 208)
O
dönemdeki İtalya’da olduğu gibi ekonomik anlamda çökertilmiş bir toplumun ne
ütopya ne de distopya umurunda olacaktır. Böyle bir toplumun durumu, Thomas
More’un Ütopya adlı eserinde esas kahraman olan Raphael’in dediği gibidir: Politika ahlakının ilkeleri şunlardır ve devleti yönetenler bunlarda
anlaşmışlardır: 'Bir ordu besleyen kralın ne kadar parası olsa azdır.' 'Kral,
istese bile, haksızlık edemez.' 'Kral uyruklarının ve mallarının ortaksız
sahibidir: Uyruklar herhangi bir şeyden, kralın keyfi istediği ölçüde
yararlanabilir.' 'Halkın yoksulluğu kralın varlığını korur.' 'Zenginlik ve
özgürlük devlete başkaldırmaya, hor bakmaya götürür. Özgür ve zengin adam
haksızlığa, zorbalığa kolay katlanamaz.' 'Yoksulluk ve açlık yürekleri çökertir,
ruhları körletir, insanları acı çekmeye, köle olarak yaşamaya alıştırır:
Öylesine ezer ki onları, boyunduruklarını sarsmaya güçleri kalmaz.' (Utopia 2022, 29)
SONUÇ
Bugün, ütopya ve distopya söylemleri
arasında yaşadığımız asıl gerçek İtalya'dır. Nasıl ki geçmişin azametine rağmen
İtalya’nın yakın zamandaki ve -doğal olarak- mevcut hâli buyken İtalya için bir
ütopya kurgulamak mümkün değildir. İtalya böyleyken düşünme ve üretmeyi
yüzlerce yıl önce terk eden, rüya ve hayal aleminde yaşayıp kaba eğlenceyle
meşgul, El Medinetül Fazıla’dan TOKİ mahallesi düzeyine inmiş, Erdemliler
Şehri’nden rant keşmekeşine girmiş bir toplumdan somut veya soyut bir üretim
beklenemez. Ütopya kurgulayabilecek seviyede olmanın da makul, müreffeh ve
sıhhatli toplum olmayı başarmanın da yolu; düşünsel ahlaki ve pratik
tercihlerini tümüyle değiştirmek ve kendini dönüştürmekle mümkündür. Çünkü “İlahi Metin”de çok net ifade edildiği
gibi herkese kendi çalışmasının karşılığı vardır.
J. W. Von Goethe, İtalya Seyahati I, MEB Yayınları, İstanbul 1990.
Thomas More, Utopia, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
2022.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.