31 Aralık 2023 Pazar

 

YAHUDİ SORUNU

“Yahudi Sorunu” 18.yüzyılın ortalarından bu yana Batı dünyasında tanımlanmış ve işlenmiş bir sorun olarak literatürde yerini almıştır. Bir insan topluluğunun doğrudan doğruya sorun biçiminde tanımlanması özel bir durumdur. Çünkü belli bir ırktan veya milletten olan kişilerin, belli bir inanç veya düşünce sisteminin bağlılarının veya belli bir dinin mensuplarının sorun olarak tanımlanması sıradan olamaz. Bu durum insan grupları arasındaki rekabet, husumet, savaş, egemenlik kurma ya da boyunduruk altında kalmayla da açıklanamaz. Bunların çok ötesinde doğrudan doğruya sorun olmak veya sorun olarak tanımlanmak özgün bir durumdur.

Yahudi Sorunu’nun çözümü noktasında çeşitli düşünürler kendilerince çeşitli çözümler getirmiştir. Burada Yahudilerin uyumsuz görülmeleri nedeniyle özel oluşturulmuş alanlar biçimindeki gettolarda yaşamalarından kendilerine ait kılınmış yerde -Madagaskar’da, Uganda’da veya Filistin’de hatta bazı kurgu yapıtlarda olduğu gibi Ay’da- toplanıp orada yaşamalarına kadar farklı düşünceler dile getirilmiştir. Bu nedenle güncel olayların yansıması ve sonucu “Filistin Sorunu” olarak gündemimizde duran sorunun temelini tarihsel değişim ve gelişmelerin çerçevesinde anlamak gerekmektedir. “Filistin Sorunu, Orta Doğu Sorunu, Suriye Sorunu” gibi türevleriyle birlikte söz konusu sorunlar yumağının kaynaklarından en önemlisi Yahudi Sorunu’dur.

Yahudi Sorunu’na çözüm önerenlerin bir kısmı, Yahudiliğin yorumunun değiştirilmesiyle sorunun çözüleceğini iddia etmiştir. Bu nedenle -Yahudi Sorunu’na içlerinde Yahudilerin de bulunduğu- çözüm arayanların önerilerinden biri sekülerleşmedir. Öneri sahiplerinin iddiasına göre, sekülerleşme sayesinde ortaya çıkan laik uygulamalarla Yahudi Sorunu kendiliğinden çözülecektir. Bazı düşünürler ise Yahudi Sorunu’nun çözümünün Yahudilerin Yahudilikten vazgeçmesiyle mümkün olacağını söylemişlerdir. Hatta Yahudi Sorunu’nun eski bir algılama ve tanımlama olduğunu bilmeden, en son gayriinsani yaklaşımlarıyla Nazilerin “Yahudi Sorunu İçin Nihai Çözüm” yaklaşımını anlamak mümkün olmayacaktır.

MARX’IN YAKLAŞIMI

Marx’ın Yahudi Sorunu adlı çalışması da doğrudan doğruya bir kabulden hareket etmektedir. Kendisi de Yahudi kökenli olan Marx, Yahudi Sorunu diye bir sorunu daha en başta kabul etmekte ve bu soruna çözüm önermektedir. Marx’a göre Yahudi Sorunu’na çözüm, doğrudan Yahudilikten kurtulmak ve Yahudiliği terk etmektir. Yahudi Sorunu adlı makalesini de Bruno Bauer tarafından yazılan Yahudi Sorunu (1843) adlı kitabı eleştirmek için kaleme almıştır. Bauer, siyasal alandan dinin çıkarılması ve Yahudilerin dinî bilinçlerinden vazgeçmeleri sonucunda ortaya çıkacak sekülerleşmenin Yahudi sorununu çözeceğini düşünüyordu. Ona göre dinî talepler “İnsan Hakları” fikriyle bağdaşmıyordu. Siyasi özgürleşme ancak sekülerleşmeyle mümkündü. Marx ise bu görüşe şiddetle saldırmış, dillendirilen çözüm önerisinin yanlış olduğunu iddia etmiştir. Marx’a göre “seküler devlet” dine karşı değildi, aksine varlığını kabul ediyordu. Çünkü siyasal alanda dinin ya da mülkiyetin kaldırılması, toplumsal alanda dinin ya da mülkiyetin ortadan kaldırılması anlamına gelmiyordu. Karl Marx, sadece dinlerden değil tüm ekonomik ve politik bağlardan da özgürleşmenin zorunluluğuna inanıyordu. Bu inancına rağmen özellikle Yahudileri veya Yahudiliği sorun olarak görmesi ilginçtir. Anlaşılıyor ki Avrupalı bir düşünür ve eylemci olarak Marx, tanımlanmış ve literatüre yerleşmiş biçimiyle Yahudi Sorunu’nu ele almıştır. Âdeta Avrupalılara ve dünyaya Yahudi Sorunu’na karşı “Benim çözümüm en iyi çözümdür.” gibi vurgulu bir anlatım seçmiştir. Marx, bu yaklaşımıyla özel ilgiyi hak etmektedir. Bizim gayemiz ise güncel ağırlığıyla muhatap olduğumuz resmî Yahudi devletinin Filistinlilere yönelik soykırıma varan emsalsiz zulmünün köklerini işaret etmek ve Marx’ın Yahudilere yönelik tespitlerine dikkat çekmektir.

Yahudi Sorunu adlı kitapta Marx’ın bu kitabı yazma gerekçesi şöyle açıklanmaktadır: “Bu makale, bu konudaki çalışmalarında Yahudilerin özgürleşmesi sorununu, Yahudicilikten özgürleşmelerine indirgeyen, genç Hegelci Bruno Bauer'e yanıt olarak yazıldı. Bir idealist olarak Bauer, ulusal çelişkileri kaldırmanın belirleyici aracı olarak dinsel ön yargıların üstesinden gelinmesini görüyordu. Onunla bu konudaki polemikler, Marx'a, yalnızca Yahudilerin değil tüm insanlığın ekonomik, politik ve dinsel bağlardan özgürleşmesi sorununu, Materyalist açıdan ele alma olanağını sağladı.” (Marx 1997, 53)

Marx, Batı’daki özellikle Fransa ve ardından Kuzey Amerika’da ortaya çıkan gelişmelerle insanın özgürleşmesini gerçek bir özgürleşme olarak kabul etmemektedir. Marx’a göre var olan özgürleşme mülkiyetten özgürleşme değil daha çok mülk edinme özgürleşmesidir. Marx, Yahudi’nin teori dünyasına, Talmud’a veya Tevrat’a değil de pratiğine bakarak Yahudiliği çözümleyebileceğimizi söylemektedir. Bu bağlamda Marx’ın iddiasına göre Yahudi gündelik hayatta pratik Hristiyan, Hristiyan da pratik Yahudi’dir: “Yahudi’nin, Hristiyan’ın ve genel olarak dinsel insanın politik özgürleşmesi, devletin Yahudilikten, Hristiyanlıktan ve genel olarak dinden özgürleşmesidir. Devlet, dinden, devlet olarak kendi biçiminde, kendi özüne uygun tarzda, devlet dininden özgürleşerek özgürleşebilir. Bu, devletin devlet olarak hiçbir dini tanımaması ama her şeyden önce kendini devlet olarak tanıması demektir. Dinden politik özgürleşme; sonlandırılmış, çelişkisiz bir dinsel özgürleşme değildir çünkü politik özgürleşme; insani özgürleşmenin sonlandırılmış, çelişkisiz bir biçimi değildir. Politik özgürleşmenin sınırı, insan bir kısıtlamadan gerçekten kurtulmamışken devletin o kısıtlamadan kurtulabilmesi, insan özgür bir insan olamamışken devletin özgür devlet olabilmesi noktasında beliriyor.” (Marx 1997, 16)

YAHUDİ’Yİ ANLAMAK

Marx, Yahudi’yi ve Yahudiliği anlamanın en iyi yolunun pratik hayattaki yansımaları değerlendirmek olduğunu söylemektedir: “Yahudi’nin gizini onun dininde değil, dininin gizini gerçek Yahudi’de arayalım. Nedir Yahudiliğin dünyasal temeli? Pratik gereksinim, özel çıkar. Nedir Yahudi’nin bu dünyalık dini? Bezirgânlık. Bu dünyalık tanrısı? Para. Pekâlâ! Bezirgânlıktan ve paradan, bunun sonucu olarak pratik, gerçek Yahudilikten özgürleşme, zamanımızın öz özgürleşmesi olabilirdi. Bezirgânlığın ön koşullarını ve öyleyse bezirgânlık olanağını ortadan kaldıran bir toplum örgütlenmesi, Yahudi’yi olanaksızlaştırmış demektir. Yahudi’nin dinsel bilinci, ince bir sis gibi, toplumun gerçek yaşamsal atmosferinde dağılıp çözülüp gidebilecektir. Diğer taraftan, Yahudi bu pratik özünü boş görür ve ortadan kaldırılışı için çalışırsa, kendini şimdiye kadarki gelişiminden kurtarmış, genel olarak insani özgürleşme için çalışmış ve öfkesini insani öz yabancılaşmanın en yüksek pratik ifadesine yöneltmiş olur… Yahudi’nin özgürleşmesi, son tahlilde insanlığın Yahudilikten özgürleşmesidir. Yahudi kendini zaten özgürleştirmişti ama Yahudi tarzında.” (Marx 1997, 45)

Marx, Yahudiliğin dayanakları konusunda da şunları söylemektedir: “Yahudi dininin dayanağı, esas olarak nedir? Pratik gereksinim, egoizm. Bu yüzden Yahudi’nin tektanrıcılığı (tevhid), gerçekte pek çok gereksinimin çoktanrıcılığıdır (şirk), kenefi bile tanrısal yasanın konusu yapan bir çoktanrıcılıktır. Pratik gereksinim, egoizm, sivil toplumun ilkesidir ve sivil toplum politik devleti tamamen doğurur doğurmaz, bu saf biçiminde görünür. Pratik gereksinimin ve özel çıkarların tanrısı paradır. Para, İsrail'in kıskanç tanrısıdır, önünde başka hiçbir tanrı varlığını sürdüremez. Para insanın tüm tanrılarını aşağılar ve onları metalara çevirir.” (Marx 1997, 48) Marx, Yahudi’yi ve Yahudiliği anlamanın yolunun pratikleri incelemek olduğunu ısrarla vurgulamaktadır: “Eksiksiz pratikte, Hristiyan’ın göksel saadet egoizmi, zorunlu olarak, Yahudi’nin maddi egoizmine, gereksinim yersel gereksinime, öznelcilik de özel çıkarlara dönüşür Yahudi’nin direngenliğini, diniyle değil ama tersine, dininin insani temeliyle -pratik gereksinimle, egoizmle- açıklıyoruz.” (Marx 1997, 52)

YAHUDİ VE HRİSTİYAN PRATİKLERİ

Yahudi Sorunu adlı kitapta Marx, Yahudilerin güncel hayattaki yaklaşım ve tutumlarına dair çok keskin ve net saptamalar yapmıştır. Marx, Yahudi sorununu Yahudilerin Yahudi kalarak çözemeyeceğini iddia etmektedir. Marx, aynı iddiayı Hristiyanlık için de ileri sürmektedir. Çünkü Yahudi uygulamalarında belirlediği hususlar Hristiyanlıkta da görülmektedir: “Hıristiyanlık Yahudilikten çıkmadır ve yeniden onda çözüşmüştür. Hristiyan baştan beri teorize eden Yahudi’ydi; Yahudi, bu yüzden pratik Hristiyan’dır ve pratik Hristiyan da yeniden Yahudi olmuştur. Hristiyanlık gerçek Yahudiliğe yalnızca görünüşte üstün gelmiştir. Pratik gereksinimin kabalığını, onu mavi göklere çıkarmanın dışında bertaraf edemeyecek kadar asildi, tinseldi. Hıristiyanlık Yahudiliğin yüce fikri, Yahudilik Hristiyanlığın kaba pratik uygulanışıdır.” (Marx 1997, 51) Marx, Müslümanlardan bahsetmese bile muhtemelen İslam için aynı iddiayı tekrarlayacaktı. Çünkü onun iddiası, tüm mülkiyet ilişkisinin toptan yok edilmesiyle oluşacak sosyal yapının ekonomik ve toplumsal alanı özgürleştireceği, dinsel inançlardan kopmakla da düşünsel özgürlüğün sağlanacağıdır. Bu nedenle onun genellemeciliğine değil de Yahudilerin pratiğine dair yaptığı somut belirlemelerin özgünlüğüne bakmamız gerekmektedir.

MÜSLÜMAN PRATİKLERİ

Marx, Yahudi Sorunu adlı kitabında son söz olarak “Yahudi’nin toplumsal özgürleşmesi, toplumun Yahudilikten özgürleşmesidir.” (Marx 1997, 52) demektedir. Yahudi Sorunu adlı kitapta Marx’ın eksik bıraktığı bir alan olarak Müslümanların pratiğine bakmak ise bize düşmektedir. Bunun için de önce Marx’ın şu tespitlerini de tekrar hatırlamak gerekmektedir. “O hâlde günümüz Yahudi’sinin özünü yalnızca Pentateuch'ta (Tevrat’ta) ya da Talmud'da değil, bugünkü toplumda da buluyoruz, üstelik soyut değil, en üst düzeyde ampirik bir öz olarak.” (Marx 1997, 52)  Bu yöntemle bakıp Müslümanlığın özünü; idealde, Kuran’da ya da sünnette değil de pratikte aradığımızda; Müslümanların inanç, düşünce ve tutumlarının; tanrısı para, dini tüccarlık olan Yahudilerinkinden farklı olmadığını görmekteyiz. Hâlbuki Müslümanların pratiği, namazın her rekâtında okunan Fatiha suresiyle belirtilen sıratımüstakim olmalıydı. Çünkü “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.” ayetlerini yorumlayan müfessirler, sapmışların Hristiyanlar, gazaba uğrayanların ise Yahudiler olduğunu söylemektedir. Müfessirlere göre Hristiyanlar uhrevi ve mistik olana aşırı yönelişleri, Yahudiler ise dünyevi ve maddi olana düşkünlükleriyle Rabbimizin rızasından uzaklaşmışlardır. Bunlar arasında dengeli ve dosdoğru yolu seçmesi gereken Müslümanların mevcut hâli ise ortadadır. Her rekâtta bu sözü Rablerine veren Müslümanların hâlini/pratiğini ise evde, sokaklarda, ticarethanelerde, resmî veya sivil kurumlarda; ekrana veya sözlü ya da yazılı basına yansıyanlarda görmek mümkündür. Mevcut şartlar çerçevesinde ve olayların gölgesinde ise nihai söz olarak hem bir tespit hem de mükellefiyet bağlamında -Marx’tan ilhamla- son söz olarak şunu söylemek mecburidir: “Müslümanların özgürleşmesi, Müslümanların Yahudi tarzı düşünce ve pratiklerden özgürleşmesiyle olacaktır.”

Karl Marx, Yahudi Sorunu, Sol Yayınları, Ankara 1997.

(SEBÎLÜRREŞAD dergisinin Kasım 2023/Rebiülahir 1444 tarihli 1094. sayısında yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.