2. GÜN,
CUMA: “İÇİMDE KOŞAN AT”
Ben
içimde koşan atı obez yaptım. Koşmasın diye arpaya boğdum. Kendi akciğerlerimi
dumana boğdum. Uyuyorum, uyandığımda “Sigarayı bırakanlarda neler oluyor?”
temalı videolar izliyorum. Kalan zamanlarımda üç kitap (Marks Bu İşe Ne Derdi?
Nietzsche Bu İşe Ne Derdi? Freud Bu İşe Ne derdi?) birden okuyorum. Çok ilginç
konular var. Çok ilginç sorular ve bir o kadar ilginç cevaplar… Sigarayı
bırakmak güzel oldu. Çok vaktim var artık… Bol bol okuyabilirim. 30 senedir
sürekli yüzüme bakıp okunmayı bekleyen Derviş ve Ölüm’ü de okuyabilirim belki.


“Uyuyayım
ben.” Yine uykuda uyurken mi uykudan önce mi sonra mı bilmiyorum. Üniversiteye
başladığım sene… Ahmet Kaya o sene 35 yaşındaymış. “Ne, yani yolun yarısındaymış,
Orhan Veli gibi değil mi?” “Ya şiir Orhan Veli’nin değil Cahit Sıtkı’nın 35
yaş…” “Ama şiiri yazıp ölen o değil mi?” “O da öldü fakat o değil.” “Ne değil?”
“Ölen o değil.” “Öldü demiştin?” “36’sında ölen o değil.” “Tabi ki değil…” “Şiir
Cahit Sıtkı’nın, 36 yaşında ölense Orhan Veli…” Ya bunların -adı geçenlerin-
hepsi sigara içiyor ve kedi seviyor. “Hepsi mi?” “Nereden bileyim?” "James Dean?" "Albert Camus?"
1992
benim üniversiteye başlama yılım. Eylül’de öyle… “Hah ha, aynı zamanda liseli
yılın...” “Ya tamam bu ne kargaşa?” “Karadenizli misiniz nesiniz siz?” “Her yer
curcuna, kimse kimseyi, hele bağlamı ya da konjonktürü takmıyor; herkes biliyor,
herkes sayıyor söylüyor.” “Karadenizliler de Kafkasyalı.” “Karadeniz sahildir, sahil insanı anlayışlıdır.” “Ya ne demezsin?” “Bu
dediğini Trabzon ve Rizeliler biliyor mu?” “Gene mi kavga curcuna?” “Her neyse
anlaşıldı.” Liseyi bitirdiğim yıl aynı zamanda, haziranda liseli eylülde
üniversiteliydim…
İstanbul’a
gidecektim su yoktu. Tayyip Reis gelecekti sonra suyu getirecekti İstanbul’a… “Nereden bilebilirdim?” Dil tarih puanı çok
düşüktü, Boğaziçi edebiyatın puanı ondan da düşüktü. “Belki İstanbul’da okusam,
sigara içmezdim.” “Yok ya Yıldız üniversitesinde -senden önce 19 Mayıs lisesi
mezunu olup- okuyanlarla kalırdın gene başlardın sen sigaraya. Bu kafa bu ruh
sende olduktan sonra… “Belki başlamazdım…” “Ya ya!!!” Belki başlardım daha
erken bırakırdım… “Her neyse ya İzmir de olsa başlardın bu sigaraya…”
Bir
grup arkadaşa takılıyorum. Yaşça bir iki yaş benden büyük Mustafa Abi. Yıl
1992 Ahmet Kaya Dokunma Yanarsın adlı albümü çıkarmış. Müzik dinlemek haram.
Dinleyenin kulağına kurşun döküldüğü şeklinde bir hadis rivayeti var. Bu
rivayete göre kurşun bir kulaktan giriyor, bir kulaktan çıkıyor ama Mustafa Abi
müziği haram görse de müziğe küfür dese de Erdal Abi de öyle tamam… “Ya bir
şeyi doğru dürüst hatırlayamadım bir anımı ansıyamadım, bir hatıramı hatırlayamadım.”
“Hasan Abi de aynı saplantıda affedersiniz düşüncedeydi değil mi?”
“Ya
sen de o anlayışta değil miydin?” “Değildim tabii…” “Resitalleri lise boyunca
dinlemiştim Başım Belada ve Yorgun Demokrat’ı da…” Hatta Yorgun Demokrat’ı bu
sigarayı bırakıp pipoya geçen İbrahim’le beraber dinlemiştik Saadet
Caddesi’ndeki kitabevinde… İbrahim’le aynı okulda değildik ama zaten diğer
arkadaşlarım da tuhaftı, sınıf arkadaşlarım daha da tuhaftı… Kızlar ya uçurtma
ya parmaklık resmi yapardı, herkes Livaneli şarkısı söylemeyi modernlik sayardı…
90 kuşağı işte… Ahmet Kaya önce sevilse de sonra köylü taşralı sayılırdı. Dinci/dindar
tayfa olarak bizimkilerin ezici çoğunluğu –biz marjinal ya da şazz kalmıştık-
haram derdi. Bazıları tüm dini bütünlüğüne rağmen dinlerdi sen de dinlerdin… “Sen
dinlerdin.” “Bizimkiler dinlerdi çünkü bizim çevre dinlerdi…” “Oho, sonu gelmez
bu işin!” Mustafa Abi sadece Ahmet kaya -kulağına kurşun dökülme pahasına- dinlerdi
gizliden. İlahiyi bile haram sayan selef yolunun takipçileri -hangi selefse
bilmem her neyse- sadece ve sadece Ahmet Kaya dinlerdi. Ama gizliden gizliye…
“Biz mi sırdaştık işte…”
Ben sigarayı Mustafa Abi’nin evinde şu şarkıyı
dinlerken benimsedim. Çünkü içimde koşma isteği vardı, Ankara’yı baştan sona
yürümeye falan kalkıyordum. Otobüsle tur atıyordum. Hacettepe, ODTÜ okumadığım
üniversiteleri de dolaşıyordum. Aslında içimde koşan bir at sürüsü vardı: “Şimdi uçsuz
bucaksız ovalarda/Adımlarımı saymadan/Geriye dönüp bakmadan/Usanmadan, bıkmadan/Deli
taylar gibi koşmak istiyorum/Ve görüyorsun ki/Aşkı beceremiyorum/…/Upuzun
çayırlarda/Yalınayak koşmak istiyorum/Saçlarım rüzgâra konuk/Yüzüm dağlara
dönük/…/Kıyasıya vuruşsun vuruşsun istiyorum/Koşmak, koşmak istiyorum sevgilim/Koşmak
istiyorum/Dönemezsem, beni affet/…/Koşmak/Eksozların, molozların/Yağmaların
kıyısından/Onca insafsızlıkların/Onca haksızlıkların/Manzarasızlıkların,
parasızlıkların/Allahsızlıkların kıyısından/Kimseye ve hiçbir şeye değmeden/Ciğerlerimi
yok edercesine koşmak istiyorum/…./Firari acıların uzmanı olmuşum/Bütün
telsizlerde adım okunur/Beni bir çocuk bile vurur/Dokunma bana, çıldırırsın/Dokunma
bana, ellerin tutuşur/Dokunma bana, fişlenirsin/Dokunma bana, sen de yanarsın/Dokunma
bana, çıldırırsın/Dokunma bana, sen de yanarsın…”
18 yaşında
çocuk neyin uzmanı olacaksa -hele firari acıların ustası başkentin göbeğinde niyeyse.-Ha, bir de "Dokunma bana!" lafı dolanıp duruyor. "Dokunma bana, aman dokunma!" Nedir bu korku salgın mı var? Korona günlerinde miyiz? O günlerde olsa olsa Kolera Günlerinde Aşk lafını bilirdik ancak ya da Yüzyıllık Yalnızlık... Ah Ahmet Kaya Abi! -Ya bu adamı Savcı Sayan Bey’e
benzeten bir ben miyim?- Sonuçta içimde deli gibi koşan atlara arpa olsun diye
sigaraya başladım:Parliament’e…
“İlkini içemedin kusmak geldi içimden
öksürdün…” “Öyle kolay değil sigara alışmak…” “Raylara takıldın Çiftlik tren
istasyonunda…” “Yürürken sigara içmeyi öğreniyordum.” “Susun artık.” “Öyle ya
da böyle gayret etmeden olmuyor…” “Sigara akciğer kanseri yapar, insanı
dervişane hisler yaşatır. Hayatın bir hiç olduğunu hissettirir. Kibri yok eder.”
“Mahviyet duygusuna gark eder.” “Mahçubiyet hissi yaşatır…”
Artık susun be!!! Çocuklarım çok mutlu…
Sadece bu bile bile yeter… Çocukların sevinci her şeye değer…
Kibri yok eder, kibriti var...
YanıtlaSil