31 Aralık 2023 Pazar

 

AYDIN KİMLİĞİYLE MİHAİL ŞOLOHOV

Mihail Şolohov 24 Mayıs 1905’te doğmuştur. On yedi yaşında yazmaya başlayan Şolohov'un yayımlanan ilk kitabı, hikâyelerinden oluşan Don Hikâyeleri’dir. 1925'te yazmaya başladığı ünlü romanı Don Nehri Sakin Akar’ın yayımlanması 12 yıl sürmüştür. Şolohov, birbirinin devamı olan diğer ünlü romanları Uyandırılmış Toprak ve Don Kıyısında Hasat’ı ise ancak 28 yılda tamamlayabilmiştir. Vatan İçin Dövüştüler adlı romanında II. Dünya Savaşı'nda Sovyet halkının Almanlara karşı gösterdiği kahramanlığı anlatmıştır. Toplumcu Gerçekçiliğin temsilcisi Şolohov, eserlerinde Rus halkının yaşamındaki çok önemli tarihsel kesitleri ve gerçekleri olduğu gibi yansıtmıştır. Şolohov, Durgun Akardı Don adlı muazzam romanıyla 1965’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü de almıştır. 21 Şubat 1984’te ise hayat veda etmiştir.

YAZARIN SORUMLULUĞU

Şolohov’un Yazarın Sorumluluğu adlı kitabında bir yazarın ömür boyu süren mücadelesini ve yazma amacını görüyoruz. Yazarın Sorumluluğu, ağırlıklı olarak konferanslardan oluşmuş bir kitap. Kitaptaki metinler kronolojik sıralanmış. Kitaptaki ilk metin 1934 tarihli “Sıradan Edebiyat ve Dürüst Gevezeler” son metin ise dünya yazarlarına bir çağrı içeren 1983 tarihli “Çok Geç Olmadan”. Yazıların sıralaması, yazarın düşünsel ve sanatsal gelişimi yanında dünyanın ve Sovyet toplumunun değişiminin izlerini de görmemizi sağlıyor.

Şolohov’un yazılarını okuduğumuzda yazı hayatı boyunca toplumuna ve insanlığa karşı sorumluluk yüklendiğini görüyoruz. O, bir yazar olarak bireysellikten değil toplumsallıktan yanadır, toplumun ve insanların dışında ya da üstünde değildir. Şolohov’a göre yazarın sorumluluğu nettir: “… Kendisini, karşıt güçlerin çarpışmasının üstünde Olimpos tepelerine yükselmiş ve insan ıstıraplarına kayıtsız kalan bir tür tanrı olarak değil; kendi halkının bir evladı, insanlığın ufacık bir parçası olarak gören bir yazarın görevi nedir? Görevi, okuruna dürüst olmak, insanlara gerçeği söylemektir; belki katı ama daima cesur gerçeği. İnsanların yüreklerinde geleceğe ve bu geleceği kurmak için yeteneklerine olan inançlarını güçlendirmektir.” (Şolohov 1983, 117) Şolohov, bu düşünceleri ve eylemleriyle yazar olmanın yanında aydın olarak nitelendirilebilir mi? Bu sorunun cevabı aydın kelimesinin tarihi, anlamı ve çağrışımları bağlamında düşünüldüğünde “Evet”tir. Çünkü aydın kelimesiyle nur, ışık, bilgi, bilinç, düşünce, anlayış beraberken bu kelimenin karşısında zulümat, karanlık, cehalet, bilinçsizlik, düşüncesizlik ve bağnazlık yer almaktadır. Olumlu özellikler aydına yakıştırılmakta onunla beraber anılmaktadır. Aydın bu karşıtlıkla da kalmayarak ortalama bilgi ve anlayış düzeyinin çok üzerinde olmakla toplum içinde görünürleşmektedir. Dolayısıyla da Şolohov, sorumlu aydınların tipik bir örneği olarak görülmektedir.

BURJUVA AYDINI VE İDEOLOJİK AYDIN

Şolohov, Yazarın Sorumluluğu’nda “yazarın görevinin, yazarın yaptığı işin amacını ve insanlığa karşı sorumluluğunu” özellikle vurgulamaktadır. (Şolohov 1983, 124) Yine bu doğrultuda şunları söylemektedir: “Edebiyat mesleği dünyadaki en bireysel mesleklerden biridir. Bununla beraber yazar, sözünü duymak isteyen herkese ulaştırma isteğiyle yazar ve yazarın mutluğu ise bireysellikte değil toplumla ilgilidir. Mutluluk, biz, ‘kendi’mizin ufacık dünyasını değil, milyonlarca insanın yüreği ve zihnini harekete geçiren bir şeyi anlatmayı başardığımızda gelir.” (Şolohov 1983, 123-124) Yine Şolohov’a göre: “Sanatçının ölümsüz teması, iyi ve kötü, aydınlık ve karanlık arasındaki mücadeledir.” (Şolohov 1983, 125) Bu noktada Şolohov, burjuva sınıfının aydın ve yazarlarından tümüyle ayrılarak Toplumcu Gerçekçiliği en net biçimde ortaya koymaktadır. Ona göre Toplumcu Gerçekçilik şudur: “Sosyalist Gerçekçilik; yaşamın gerçeğini, sanatçının partizanlık konumuyla anladığı ve yorumladığı gerçeği tasvir etmenin bir yöntemidir. Daha da basitçe söylersek, insanlara yeni bir dünyayı kurmada etkin biçimde yardımcı olan bir yöntemdir.” (Şolohov 1983, 123)

Şolohov, Toplumcu Gerçekçi yazar olarak çağdaş toplumdaki karakteristik oluşları tespit ederek bunları sanat eserine dönüştürme çabasındadır. Çabası tarafsız bir gözlemci tavrı olmaktan uzaktır. Ona göre çağdaş insanlığın yaşamındaki akış pürüzsüz değildir. Burjuva sanatı ise insanları en hayvanca tutkulara savurmak için elinden geleni yapmaktadır. Bu noktada aydınlık ve adil bir geleceğe yönelik umudun ve inancın siperinde yer almak gerekir. (Şolohov 1983, 128) Şolohov, Gorki’nin sorduğu “Kültürün usta sanatkârları kimden yanasınız?” sorusunun cevabını, kendi yazı dünyasının ekseni yapmıştır. (Şolohov 1983, 129) Şolohov’un en sevdiği edebî tür ise romandır. O, yazar olarak topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmenin en iyi imkânını romanda bulduğu için roman türünün savunucusudur. Bu nedenle Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı zaman yaptığı konuşmada ödül almanın mutluluğunu dile getirirken roman türünün hakkının korunmuş olmasına da sevindiğini söylemektedir. (Şolohov 1983, 119)

ŞOLOHOV VE AYDIN DUYARLILIĞI

Sanat anlayışını toplumuna ve insanlığa karşı sorumluluk anlayışı üzerine kuran Şolohov, sistemin getirdiği sorunları ve sıkıntıları görmezden gelmekte midir? “Hayır!” Şolohov, Toplumcu Gerçekçilik diye ortaya konan niteliksiz ürünleri şiddetle eleştirmektedir. Mesela, Sıradan Edebiyat ve Dürüst Gevezeler” başlıklı yazısında, çok okunma ya da çok beğenilmenin arkasına sığınarak kalitesiz yazmayı Toplumcu Gerçekçilik adına meşrulaştırma çabalarını eleştirmektedir. Halk için, toplum yararı için yazmak; dil ve anlatım titizliğinden taviz vermeyi ya da bunları boş vermeyi meşrulaştırmaz, demektedir.  Bruski adlı eserin yazarı Panferov’un “kötü yazmaya hakkı olduğunu ilan etmesine ve böyle yazma konusunda genç yazarları teşvik etmesine” şiddetle karşı çıkmaktadır. (Şolohov 1983, 15)  Bu noktada eleştirmenlerin okurlar için değil de yazar için eleştiri yazmasını ve övgüden öteye gitmemesini de eleştirmektedir. Karşılıklı hayranlık derneği gibi işleyen bir eleştirinin amaca hizmet etmediğini söylemektedir. Aynı zamanda eleştirinin, dil işçisinin dil kullanımını mükemmelleştirmeye hizmet etmesi gerektiğini düşünmektedir. Yazarın Sorumluluğu’nun daha başında, sunu bölümünde, işçinin yanlışının düzeltilebileceğini ve etkisinin sınırlı kalacağını ama yazarın yanlışının çok geniş kitleleri etkileyeceğini ifade etmektedir.

 Şolohov, sorumlu bir yazar ve aydın olarak sistemin aksaklıkları noktasında da en az kalitesiz edebiyat ürünleri karşısında olduğu kadar serttir: “Tümüyle planlamadan yanayım ama bolluktan da yanayım. Rostov Bölgesi’ndeki kolektif çiftlikler ve devlet çiftlikleri istediklerinden 2 bin traktör daha azına sahipler. Benim yandaş olduğum plan türü o ki, tarım bakanı Matskeviç bu traktörleri çiftliklere kendisi önersin ve biz bölge yetkililerimizi Moskava’ya gönderip bunları haklı vasıtalarla ya da kural dışı sağlamayalım…” (Şolohov 1983, 134) Bir başka örnekte ise şunları söylemektedir: “Bakana gelip diyorum ki: ‘Yoldaş Bakan, lütfen bize kolektif çiftlik sığır ahırlarımızın çatısı için üç bin parça arduvaz verin.’ Bakan yanıtlıyor: ‘Ama anlamalısınız, bizimki planlı bir ekonomi. Plana göre size verilecek her şeyi aldınız.’ Ona diyorum ki: ‘Ben anlıyorum ama inekler, hele buzağılar, sonbahar yağmurlarından neden ıslanmaları ve kışın neden donmaları gerektiğini anlamayacaklardır.’ (Şolohov 1983,  135) Sistemin açmazlarını ve yarattığını sorunları ortaya koyan Şolohov, iltimas zorlamalarının ve ricacılığının insan karakterine etkilerini ise şöyle vurgulamaktadır: “Ve sürekli olarak istemeye gidince karakterinizde ve hatta görünüşünüzde hoş olmayan değişiklikler oluştuğunu görüyorsunuz. Yazarın onurlu duruşuna ve yaşlı askerin akıllı hâline ne oldu?” (Şolohov 1983, 135) Şolohov, sistemin işleyiş sorunlarıyla yetinmemekte aynı zamanda çevre ve doğaya verilen zararları dile getirmekten de çekinmemektedir: “Yoldaş İşkov’un uzak görüşlü olmayan yönetimi Azak Havzası’nı şimdiden felaketin eşiğine getirmiştir… İşkov bugünkü gibi yönetmeyi sürdürürse Azak Denizi’nin yarını olamaz.” (Şolohov 1983, 133) Durgun Don ve Azak Denizi için gösterdiği tepkiyi, Volga Nehri ve Baykal Gölü için de ortaya koymaktadır: “Korkarım Rusya’nın Muhteşem Denizi Kutsal Baykal’ı koruyamazsak gelecek kuşaklar bizi bağışlamayacaktır.” (Şolohov 1983, 133)

ŞOLOHOV’UN BÜYÜK ÇAĞRISI

Şolohov, hayatı boyunca toplum ve insanlık için mücadele etmiştir. İlerleyen yaşlarında da mücadelesini, sözleriyle insanların zihin ve yüreklerini etkileyebilenlerin çabalarını birleştirme arzusuyla sürdürmüştür. (Şolohov 1983, 150) Var olan durumu açıkça belirtmiştir: “Şimdi sorun edebiyat sorunu değil. Söz konusu olan insan soyunun ve onun beşiği yeryüzünün bizzat kendi varlığıdır. Sorun yarının olup olmayacağı, çocuklarımız ve torunlarımızın gökyüzünde güneşi görüp göremeyeceğidir.” (Şolohov 1983, 150) Bu bağlamda şu sözler de ona aittir: “Barışın düşmanları aklın sesine kulak vermeyi reddediyorlar, harap edici bir savaşın evrensel alevine dönüşmek üzere yayılmaya ve gezegenimizdeki tüm hayatı yok etmeye hazır nükleer ateşi, daha da körüklüyorlar. Silahı yalnızca kâğıt kalem olan yazar tüm bunlara nasıl karşı koyabilir?” (Şolohov 1983, 151) Bu soru, yaklaşan 1. Dünya Savaşı uğultuları altında Tolstoy tarafından da sorulmuştur ve Şolohov’un cevabı, Tolstoy’un cevabı gibidir: “Savaşa karşı çıkan yazarın ise yalnızca bir tek ama çok güçlü bir silahı vardır, hakikat.” (Şolohov 1983, 150)

ŞOLOHOV, AYDIN VE ULEMA KONULARINDA SON SÖZ YERİNE

Şolohov, toplumsal konuları umursamayan, amaçsız aydın grubuna karşı sorumlu aydın grubunun tipik bir örneğidir. Bu aydın tiplemelerine karşı bizim toplumumuzda ve tarihimizde hangi tipler vardır? Diğer adı münevver olan aydının sanatçı, düşünür, yazar, bilgin, akademisyen, kanaat önderinden farkı nedir; günümüzde ve geçmişimizde aydın kime denir ya da denebilir? Derviş, şeyh, pir, şair, âlim, ulema gruplarını düşündüğümüzde bu gruba en yakın kişiler kimlerdir? Bu sorular ve cevapları, Modernleşme sürecimizin de öyküsünü verecektir. Bu öyküde Osmanlının son döneminde Bihruz Bey tarzında hisseden, düşünen ve yaşayan züppe tipler yanında yine Osmanlının son döneminde ve Cumhuriyet Dönemi’nde yarı-aydınlarla karşılaşmamız mümkündür. Daha eski dönemlere uzandığımızda ise ulema tipi; halkın sosyal, kültürel ve ekonomik sorunlarıyla o kadar iç içedir ki sorumluluk sahibi bir aydın olduğunu düşündürmektedir. Aynı zamanda bu yönüyle ulema, burjuva aydınından daha çok ideolojik aydına yakındır. Sosyalist aydınların görev ve sorumluluk yüklenmesiyle geçmişimizde ulemanın durumu ve konumu benzeşmektedir. Bu nedenle de devrimci kimliğe sahip ve topluma karşı sorumluluk hisseden aydınlardan biri olarak Şolohov’u daha dikkatli ve ayrıntılı incelemek gerekmektedir.

 

Mihail Şolohov, Yazarın Sorumluluğu, De Yayınevi, İstanbul 1983.

 

(SEBÎLÜRREŞAD dergisinin Mayıs 2023/Şevval 1444 tarihli 1088. sayısında yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.