AYDIN
KİMLİĞİYLE MİHAİL ŞOLOHOV
Mihail Şolohov 24 Mayıs 1905’te
doğmuştur. On yedi yaşında yazmaya başlayan Şolohov'un yayımlanan ilk kitabı,
hikâyelerinden oluşan Don Hikâyeleri’dir.
1925'te yazmaya başladığı ünlü romanı Don
Nehri Sakin Akar’ın yayımlanması 12 yıl sürmüştür. Şolohov, birbirinin
devamı olan diğer ünlü romanları Uyandırılmış
Toprak ve Don Kıyısında Hasat’ı
ise ancak 28 yılda tamamlayabilmiştir. Vatan
İçin Dövüştüler adlı romanında II. Dünya Savaşı'nda Sovyet halkının
Almanlara karşı gösterdiği kahramanlığı anlatmıştır. Toplumcu Gerçekçiliğin
temsilcisi Şolohov, eserlerinde Rus halkının yaşamındaki çok önemli tarihsel
kesitleri ve gerçekleri olduğu gibi yansıtmıştır. Şolohov, Durgun Akardı Don adlı muazzam romanıyla 1965’te Nobel Edebiyat
Ödülü’nü de almıştır. 21 Şubat 1984’te ise hayat veda etmiştir.
YAZARIN
SORUMLULUĞU
Şolohov’un Yazarın Sorumluluğu adlı kitabında bir yazarın ömür boyu süren
mücadelesini ve yazma amacını görüyoruz. Yazarın
Sorumluluğu, ağırlıklı olarak konferanslardan oluşmuş bir kitap. Kitaptaki
metinler kronolojik sıralanmış. Kitaptaki ilk metin 1934 tarihli “Sıradan Edebiyat ve Dürüst Gevezeler” son
metin ise dünya yazarlarına bir çağrı içeren 1983 tarihli “Çok Geç Olmadan”. Yazıların sıralaması, yazarın düşünsel ve
sanatsal gelişimi yanında dünyanın ve Sovyet toplumunun değişiminin izlerini de
görmemizi sağlıyor.
Şolohov’un yazılarını okuduğumuzda
yazı hayatı boyunca toplumuna ve insanlığa karşı sorumluluk yüklendiğini
görüyoruz. O, bir yazar olarak bireysellikten değil toplumsallıktan yanadır,
toplumun ve insanların dışında ya da üstünde değildir. Şolohov’a göre yazarın
sorumluluğu nettir: “… Kendisini, karşıt
güçlerin çarpışmasının üstünde Olimpos tepelerine yükselmiş ve insan
ıstıraplarına kayıtsız kalan bir tür tanrı olarak değil; kendi halkının bir
evladı, insanlığın ufacık bir parçası olarak gören bir yazarın görevi nedir?
Görevi, okuruna dürüst olmak, insanlara gerçeği söylemektir; belki katı ama
daima cesur gerçeği. İnsanların yüreklerinde geleceğe ve bu geleceği kurmak
için yeteneklerine olan inançlarını güçlendirmektir.” (Şolohov 1983, 117) Şolohov,
bu düşünceleri ve eylemleriyle yazar olmanın yanında aydın olarak
nitelendirilebilir mi? Bu sorunun cevabı aydın kelimesinin tarihi, anlamı ve
çağrışımları bağlamında düşünüldüğünde “Evet”tir. Çünkü aydın kelimesiyle nur,
ışık, bilgi, bilinç, düşünce, anlayış beraberken bu kelimenin karşısında zulümat,
karanlık, cehalet, bilinçsizlik, düşüncesizlik ve bağnazlık yer almaktadır.
Olumlu özellikler aydına yakıştırılmakta onunla beraber anılmaktadır. Aydın bu
karşıtlıkla da kalmayarak ortalama bilgi ve anlayış düzeyinin çok üzerinde
olmakla toplum içinde görünürleşmektedir. Dolayısıyla da Şolohov, sorumlu
aydınların tipik bir örneği olarak görülmektedir.
BURJUVA
AYDINI VE İDEOLOJİK AYDIN
Şolohov, Yazarın Sorumluluğu’nda “yazarın
görevinin, yazarın yaptığı işin amacını ve insanlığa karşı sorumluluğunu” özellikle
vurgulamaktadır. (Şolohov 1983, 124) Yine bu doğrultuda şunları söylemektedir: “Edebiyat mesleği dünyadaki en bireysel
mesleklerden biridir. Bununla beraber yazar, sözünü duymak isteyen herkese
ulaştırma isteğiyle yazar ve yazarın mutluğu ise bireysellikte değil toplumla
ilgilidir. Mutluluk, biz, ‘kendi’mizin ufacık dünyasını değil, milyonlarca
insanın yüreği ve zihnini harekete geçiren bir şeyi anlatmayı başardığımızda
gelir.” (Şolohov 1983, 123-124) Yine Şolohov’a göre: “Sanatçının ölümsüz teması, iyi ve kötü, aydınlık ve karanlık
arasındaki mücadeledir.” (Şolohov 1983, 125) Bu noktada Şolohov, burjuva
sınıfının aydın ve yazarlarından tümüyle ayrılarak Toplumcu Gerçekçiliği en net
biçimde ortaya koymaktadır. Ona göre Toplumcu Gerçekçilik şudur: “Sosyalist Gerçekçilik; yaşamın gerçeğini,
sanatçının partizanlık konumuyla anladığı ve yorumladığı gerçeği tasvir etmenin
bir yöntemidir. Daha da basitçe söylersek, insanlara yeni bir dünyayı kurmada
etkin biçimde yardımcı olan bir yöntemdir.” (Şolohov 1983, 123)
Şolohov, Toplumcu Gerçekçi yazar
olarak çağdaş toplumdaki karakteristik oluşları tespit ederek bunları sanat
eserine dönüştürme çabasındadır. Çabası tarafsız bir gözlemci tavrı olmaktan
uzaktır. Ona göre çağdaş insanlığın yaşamındaki akış pürüzsüz değildir. Burjuva
sanatı ise insanları en hayvanca tutkulara savurmak için elinden geleni
yapmaktadır. Bu noktada aydınlık ve adil bir geleceğe yönelik umudun ve inancın
siperinde yer almak gerekir. (Şolohov 1983, 128) Şolohov, Gorki’nin sorduğu “Kültürün usta sanatkârları kimden
yanasınız?” sorusunun cevabını, kendi yazı dünyasının ekseni yapmıştır. (Şolohov
1983, 129) Şolohov’un en sevdiği edebî tür ise romandır. O, yazar olarak
topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmenin en iyi imkânını romanda bulduğu
için roman türünün savunucusudur. Bu nedenle Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı
zaman yaptığı konuşmada ödül almanın mutluluğunu dile getirirken roman türünün
hakkının korunmuş olmasına da sevindiğini söylemektedir. (Şolohov 1983, 119)
ŞOLOHOV
VE AYDIN DUYARLILIĞI
Sanat anlayışını toplumuna ve
insanlığa karşı sorumluluk anlayışı üzerine kuran Şolohov, sistemin getirdiği
sorunları ve sıkıntıları görmezden gelmekte midir? “Hayır!” Şolohov, Toplumcu
Gerçekçilik diye ortaya konan niteliksiz ürünleri şiddetle eleştirmektedir.
Mesela, “Sıradan Edebiyat ve
Dürüst Gevezeler” başlıklı yazısında,
çok okunma ya da çok beğenilmenin arkasına sığınarak kalitesiz yazmayı Toplumcu
Gerçekçilik adına meşrulaştırma çabalarını eleştirmektedir. Halk için, toplum
yararı için yazmak; dil ve anlatım titizliğinden taviz vermeyi ya da bunları
boş vermeyi meşrulaştırmaz, demektedir. Bruski adlı eserin yazarı Panferov’un “kötü yazmaya hakkı olduğunu ilan etmesine
ve böyle yazma konusunda genç yazarları teşvik etmesine” şiddetle karşı
çıkmaktadır. (Şolohov 1983, 15) Bu
noktada eleştirmenlerin okurlar için değil de yazar için eleştiri yazmasını ve övgüden
öteye gitmemesini de eleştirmektedir. Karşılıklı hayranlık derneği gibi işleyen
bir eleştirinin amaca hizmet etmediğini söylemektedir. Aynı zamanda eleştirinin,
dil işçisinin dil kullanımını mükemmelleştirmeye hizmet etmesi gerektiğini düşünmektedir.
Yazarın Sorumluluğu’nun daha başında,
sunu bölümünde, işçinin yanlışının düzeltilebileceğini ve etkisinin sınırlı
kalacağını ama yazarın yanlışının çok geniş kitleleri etkileyeceğini ifade etmektedir.
Şolohov, sorumlu bir yazar ve aydın olarak
sistemin aksaklıkları noktasında da en az kalitesiz edebiyat ürünleri
karşısında olduğu kadar serttir: “Tümüyle
planlamadan yanayım ama bolluktan da yanayım. Rostov Bölgesi’ndeki kolektif
çiftlikler ve devlet çiftlikleri istediklerinden 2 bin traktör daha azına
sahipler. Benim yandaş olduğum plan türü o ki, tarım bakanı Matskeviç bu
traktörleri çiftliklere kendisi önersin ve biz bölge yetkililerimizi Moskava’ya
gönderip bunları haklı vasıtalarla ya da kural dışı sağlamayalım…” (Şolohov
1983, 134) Bir başka örnekte ise şunları söylemektedir: “Bakana gelip diyorum ki: ‘Yoldaş Bakan, lütfen bize kolektif çiftlik
sığır ahırlarımızın çatısı için üç bin parça arduvaz verin.’ Bakan yanıtlıyor:
‘Ama anlamalısınız, bizimki planlı bir ekonomi. Plana göre size verilecek her
şeyi aldınız.’ Ona diyorum ki: ‘Ben anlıyorum ama inekler, hele buzağılar,
sonbahar yağmurlarından neden ıslanmaları ve kışın neden donmaları gerektiğini
anlamayacaklardır.’ (Şolohov 1983, 135) Sistemin açmazlarını ve yarattığını
sorunları ortaya koyan Şolohov, iltimas zorlamalarının ve ricacılığının insan
karakterine etkilerini ise şöyle vurgulamaktadır: “Ve sürekli olarak istemeye gidince karakterinizde ve hatta görünüşünüzde
hoş olmayan değişiklikler oluştuğunu görüyorsunuz. Yazarın onurlu duruşuna ve
yaşlı askerin akıllı hâline ne oldu?” (Şolohov 1983, 135) Şolohov, sistemin
işleyiş sorunlarıyla yetinmemekte aynı zamanda çevre ve doğaya verilen
zararları dile getirmekten de çekinmemektedir: “Yoldaş İşkov’un uzak görüşlü olmayan yönetimi Azak Havzası’nı şimdiden
felaketin eşiğine getirmiştir… İşkov bugünkü gibi yönetmeyi sürdürürse Azak
Denizi’nin yarını olamaz.” (Şolohov 1983, 133) Durgun Don ve Azak Denizi için gösterdiği tepkiyi, Volga Nehri ve
Baykal Gölü için de ortaya koymaktadır: “Korkarım
Rusya’nın Muhteşem Denizi Kutsal Baykal’ı koruyamazsak gelecek kuşaklar bizi
bağışlamayacaktır.” (Şolohov 1983, 133)
ŞOLOHOV’UN
BÜYÜK ÇAĞRISI
Şolohov, hayatı boyunca toplum ve
insanlık için mücadele etmiştir. İlerleyen yaşlarında da mücadelesini, sözleriyle insanların zihin ve yüreklerini
etkileyebilenlerin çabalarını birleştirme arzusuyla sürdürmüştür. (Şolohov
1983, 150) Var olan durumu açıkça belirtmiştir: “Şimdi sorun edebiyat sorunu değil. Söz konusu olan insan soyunun ve
onun beşiği yeryüzünün bizzat kendi varlığıdır. Sorun yarının olup olmayacağı,
çocuklarımız ve torunlarımızın gökyüzünde güneşi görüp göremeyeceğidir.” (Şolohov
1983, 150) Bu bağlamda şu sözler de ona aittir: “Barışın düşmanları aklın sesine kulak vermeyi reddediyorlar, harap
edici bir savaşın evrensel alevine dönüşmek üzere yayılmaya ve gezegenimizdeki
tüm hayatı yok etmeye hazır nükleer ateşi, daha da körüklüyorlar. Silahı yalnızca kâğıt kalem olan yazar tüm
bunlara nasıl karşı koyabilir?” (Şolohov 1983, 151) Bu soru, yaklaşan 1.
Dünya Savaşı uğultuları altında Tolstoy tarafından da sorulmuştur ve Şolohov’un
cevabı, Tolstoy’un cevabı gibidir: “Savaşa
karşı çıkan yazarın ise yalnızca bir tek ama çok güçlü bir silahı vardır,
hakikat.” (Şolohov 1983, 150)
ŞOLOHOV,
AYDIN VE ULEMA KONULARINDA SON SÖZ YERİNE
Şolohov, toplumsal konuları
umursamayan, amaçsız aydın grubuna karşı sorumlu aydın grubunun tipik bir
örneğidir. Bu aydın tiplemelerine karşı bizim toplumumuzda ve tarihimizde hangi
tipler vardır? Diğer adı münevver olan aydının sanatçı, düşünür, yazar, bilgin,
akademisyen, kanaat önderinden farkı nedir; günümüzde ve geçmişimizde aydın
kime denir ya da denebilir? Derviş, şeyh, pir, şair, âlim, ulema gruplarını
düşündüğümüzde bu gruba en yakın kişiler kimlerdir? Bu sorular ve cevapları,
Modernleşme sürecimizin de öyküsünü verecektir. Bu öyküde Osmanlının son
döneminde Bihruz Bey tarzında hisseden, düşünen ve yaşayan züppe tipler yanında
yine Osmanlının son döneminde ve Cumhuriyet Dönemi’nde yarı-aydınlarla karşılaşmamız
mümkündür. Daha eski dönemlere uzandığımızda ise ulema tipi; halkın sosyal,
kültürel ve ekonomik sorunlarıyla o kadar iç içedir ki sorumluluk sahibi bir
aydın olduğunu düşündürmektedir. Aynı zamanda bu yönüyle ulema, burjuva
aydınından daha çok ideolojik aydına yakındır. Sosyalist aydınların görev ve
sorumluluk yüklenmesiyle geçmişimizde ulemanın durumu ve konumu benzeşmektedir.
Bu nedenle de devrimci kimliğe sahip ve topluma karşı sorumluluk hisseden
aydınlardan biri olarak Şolohov’u daha dikkatli ve ayrıntılı incelemek gerekmektedir.
Mihail Şolohov, Yazarın Sorumluluğu, De Yayınevi, İstanbul 1983.
(SEBÎLÜRREŞAD
dergisinin Mayıs 2023/Şevval 1444 tarihli 1088. sayısında
yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.