31 Aralık 2023 Pazar

 

BEN, SEN VE ÖTEKİ

Öteki

 “Öteki” kavramı, güncel literatürde yer alan sosyolojik bir kavram olarak, toplumun genelince benimsenen ya da toplumun çoğunluğu tarafından makbul hatta hayati kabul edilen değerlerin dışındaki değerlere sahip kişi ya da topluluklar için kullanılmaktadır. Bu kişi veya toplulukların üst bir örgütlenme olan devletle bağları zayıf görülmektedir. Toplumun içinde yer alan ama azınlık durumundaki “öteki”lerin, genelde ahlaki açıdan zayıf olduğu ve kamu otoritesine bağlılıklarının tartışmalı olduğu düşünülmektedir. Toplum içindeki her farklılık veya doğal hayat içindeki karşıtlıklar “öteki” olarak düşünülmemelidir. Ötekinden kasıt, hayat içindeki düaliteyi veya zıtlıkları çağrıştırsa da bunların birine karşı diğerini ifade etmez. İçinden nehir geçen şehirlerde kullanılan karsı geçe-beri geçe, öte taraf-beri taraf, suyun öte yakası-suyun beri yakası, yukarı mahalle-aşağı mahalle arasındaki karşıtlık/bütünlük ifadelerinin işaret ettiği durumlar değildir. Çünkü “öteki”, toplum tevhidine karşı sistemli bölme ve parçalama biçiminde karşımıza çıkan şirkin belli bir grubu aşağılama, dışlama; mümkünse yok etme arzusuyla belirlemesidir.

“Öteki” ile ilgili nitelemeler, daha çok kamu örgütlenme biçimine uzaklığa ve egemen değerlerden farklılaşmaya bağlıdır. “Öteki”, geçmiş zamanlarda özellikle bizim tarihimizde pek de sorunlu olmayan bir alanken modern dönemde ortaya çıkmış ve çatışma doğuran unsurlardan biri olarak toplum içinde yerini almıştır. Aynı şekilde “öteki”ne karşı ayrımcılık ve onu dışlama hatta düşmanlaştırma da yakın dönemde netleşmiştir.

Biz

“Biz” demek, çoğunluğunun değerlerini temsil etmek ve benimsemekten dolayı kendini meşru görmek en doğruya en iyiye sahip olduğu hissini taşımaktır. Bu noktada “biz” ifadesi bir gruba hatta sürüye ait olma ve kendini tümüyle bu grupla var kılma, daha ileri boyutta ise grubu kutsayarak o grup için kendini feda etme şehvetini ifade etmektedir. Bir insanın “biz” algısından kurtulup “birey” olduğunu ve kendi kimliğini ancak özgür iradesiyle inşa edebileceğini algılaması zorlu bir süreçtir. Doğrudan insanın “ben” algısının gelişebilmesi için öncelikle “sen” dediği muhatabını algılaması ve söz konusu “sen”in varlığını kabul etmesi gerekmektedir. Çünkü, insanların çoğunun “ben” dediği “benim düşüncem” diyerek anlattıkları, aslında ortak ve ortalama kültürün yüklediği hazır bulunmuş duygu, düşünce ve davranış kalıplarıdır.

Sen

Bir insanın “biz” duygusunu sorgulayıp “biz”i oluşturan birimlerin ayrı ayrı oluşunu, bu birimler arasındaki farklılıkları görüp anlaması gerekmektedir. Bunu algılamayan insan, ormanda bir ağaç, sürüde bir üye neyse toplum içinde yaklaşık olarak odur. Bu nedenle birey olma, “kendi” olma yolunda kişinin başka insanların “ben”den ayrı bir şey olduğunu algılaması gerekmektedir. “Ben” diyerek ifade edilen hatta çoğu zaman “ben” bile denmeyerek doğrudan “biz” denerek anlatılan şey sıradanlıktır. Toplum içinde herhangi bir birim olmanın ötesinde özgün bilinci ifade etmemektedir. Bunu algılamak ancak düşünerek ve toplumu yani bizi oluşturan insanların tekil durumlarını keşfetmek, en başta en yakınımızdakilerin “sen” oluşunu kavrayıp birey olma yolcuğuna çıkmakla mümkündür.

Ben

İnsan, en başta elbette bir “ben” algısına sahiptir. İnsan, yer aldığı ortama ait ama ondan ayrı bir varlık olduğunu bilinç yoluyla kavramaktadır. Daha bebekken bu duyumsamaya anlamaya başlar, bu noktada “ben” duygusu anneyle birlikte vardır. Hatta bu süreçte annesini de kendisinin bir parçası olarak görmekte, annesiyle kendini “bir” hissetmektedir. Bu “ben” duygusu olgunlaşma sürecinde “ben” olarak yürürken insan, annesinin ayrı bir varlık olduğunu yavaş yavaş anlamakta ve onun “sen” olduğunu keşfetmektedir. Bir süre sonra bu “ben” ve “sen” farkındalığı “biz” bütünleşmesine dönüşmektedir. “Biz” bütünleşmesi içinde dışardaki herkes -en başta baba ve varsa kardeş ardından yakın ve uzak çevre- “o/onlar” olarak kavranmakta ve değerlendirilmektedir. İnsanın gelişim sürecinde “ben” dışındaki her şeyi temsil eden “öteki”; aslında sürekli kendi benliğimizi, onunla etkileşerek geliştirdiğimiz bir varlık grubudur. “Öteki”nin kendini anlama ve bilmenin ardından da “öteki”ne ait olanı değerlendirerek büyümenin hatta onu kendine katmanın gelişme olduğunu kabul etmeyen bir zihniyet, sürekli “öteki”ni dışlama hatta yok etme derdine düştüğü için kendi gelişim imkânlarını yok etmektedir. Böylece donuk, renksiz ve bağnaz bir anlayış ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle de “öteki”nin yanlış etiketlenmesi hatta düşman bilinip yok edilmeye çalışılması insan için çürüme ve bozulmadır denebilir.

Birlik ve Bütünlük

Kendimizi ve hayatı anlamlandırırken “öteki” üzerinden hareket ederiz. “Öteki”ne bakış açımız büyük oranda kendi anlayışımızı ortaya koyar. Algılayışımızı ve yorumlamamızı etkiler. Bu konuda ortaya çıkan eksiklikler hatalı sonuçlara neden olur. Bilinçli ideolojik kalıplarla “öteki”ni anlamak ve değerlendirmek, insanlığı parçalar. Tevhid ise ötekileştirmek yerine birleştirmeyi önerir. Zaten İslami anlayışa göre geçmişte insanlar bir ümmetti. Bu ümmet, Allah’tan başkasına güç vehmedilerek soy, ırk, grup gibi türlü türlü farklılıkların keskinleştirilip kutsanmasıyla, onların maddi veya manevi açıdan putlaştırılmasıyla bölündü. İslam’ın ekseni “tevhid” ise ötekileştirme olmadan bütüncül ve birleştirici anlayış olarak tüm aydınlığıyla kendini ortaya koymuştu. Çünkü farklıyı, aykırıyı, fakiri, yabancıyı başka bir ırkı ya da anlayış sahibini ötekileştirmek, Allah’ın var kıldığı farklılıkları ötekileştirip nesneleştirerek düşmanlaştırmak tartışmasız bir şekilde İslam’a terstir.

Ötekinin ve Ötekileştirmenin Olmadığı Dünya

Tevhid anlayışına dayanarak “öteki”nin ve “ötekileştirme”nin olmadığı bir dünya kurmak mümkün mü? Evet, mümkündür çünkü böyle bir dünya vardı, insanlar en başta tek ümmetti. Zamanla ihtilafa düşüp parçalandılar ve birbirlerini ötekileştirip düşman ilan ettiler. Kuranı Kerim’de bu durum çok net biçimde açıklanmaktadır: “İnsanlar bir tek ümmetti.” (Bakara suresi 213. ayet)

İslami dünya görüşünde Müslümanlar, Müslüman olmayanları bile bir bütünün parçası olarak görürler. Eğer Allah dileseydi herkesin iman etmesini sağlardı. Ama insana özgür irade verilmiştir. Bu irade kanalıyla imanı seçmesi ayrı bir değerdedir. İnsan, her zaman için doğru seçimin adayıdır ve kendisinden bu doğru seçimi yapması konusunda ümit kesilmez. Söz konusu özgür iradeyi ortadan kaldıranlar sürekli “öteki ve düşman” icat ederek insanları kullaştırıp kullananlar ise insanlar arasındaki birliği parçalayanlardır. Sürekli parçalayıcı, dağıtıcı, ifsat edici ve “öteki”leştirici olanlar, her daim fitne kaynağıdır.

 Hz. Muhammed’in mesajını yaymaya başladığı Arap toplumunda Müslümanlar, “öteki” olarak görülmüştü ve İslami mesajın ilk zamanlarında Müslümanlar ötekileştirmenin her nevine maruz kalmış ve zulme uğramışlardı. Müslümanların yürüttüğü tevhid ve adalet mücadelesi sonrasında kurdukları dünya ise örneğini “Medine” ile ortaya koydu. Medine’de tüm farklılıklar, bir sözleşme çerçevesinde toplumun birliğine katıldı. “Medine” dünyası, “öteki”nin ve “ötekileştirme”nin olmadığı yerdi ve bunun örneklerini kurmak tekrar mümkündür. İşte bu “Medine” tarzı bir dünya inşası için Müslümanlar,  Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Bakara Suresi 123) ayeti gereğince ömürleri ve güçleri yettiğince mücadele etmek zorundadır.

 

(SEBÎLÜRREŞAD dergisinin Haziran 2023/Zilkade 1444 tarihli 1089. sayısında yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.