DÖNGÜSEL GELEN BAHAR VE HELEZONİK YÜKSELEN YENİ
Geceyle
gündüzün birbirini izlemesi, mevsimlerin art arda gelmesi gibi hayatın çeşitli alanlarındaki
değişimlerin büyük bölümü döngüsel gerçekleşmektedir. Gözlenen bu periyodik değişmeler,
insan için huzur ve güven de sağlamaktadır. Çünkü insan, gözlenemeyecek veya bilinemeyecek
değişimler karşısında endişe ve kaygılarından kurtulup huzur bulamaz. Böyle bir
durumda değişim ve yenilikleri anlamaya yönelik çaba da göstermez. Yani yeni ortaya
çıkıp değişim yaşanınca bunu anlamaya yönelik bilinç biçimleri de döngüsellikle
mümkün olmaktadır. Hayattaki değişim ve yeniliklerin bir bölümü olmasa da bu
tipteki değişimleri de döngüsel değişimlere dayanarak anlıyoruz.
Yenilik ve
değişim; zaman kuşatması içindeki kâinat, dünya, toplum ve insan için
zorunluluğunun yanında nimet olarak düşünülebilir. Yeni, daima iyidir diyemesek
de insan fıtratının yeniyi sevmesi ve doğanın işleyişinin bu minvalde olması,
ontolojik bir gerçek olarak yeninin iyiliğini göstermektedir. Bununla beraber,
hayatın içindeki değişim ve yeniliklerin bazen iyilik yönünde olmaması, yeni
görünümlü şeyin aslında geçmiş mitolojik ve paganist düşünce ve inançlar ya da
nefsani ve toplumsal sapma özelliği taşıması nedeniyledir diye de
düşünebiliriz. Yoksa insanlığın esas tekâmül çizgisi, yenilikçi ve yükselişçi
bir mahiyet taşımaktadır. Yatışmaz yapısıyla kâinat ve hayat, sürekli
değişmekte ve tekâmül etmektedir. Söz konusu değişim ve tekâmülden akıl,
düşünce, sanat ve bilim de beri değildir.
Değişimi ve Yeniyi Anlamak
Değişimi beraberinde
getiren yeni karşısında verilebilecek iki tepki ortaya çıkıyor: Birincisi yeniyi
anlamaya ve yeni duruma uyum göstermeye dönük olumlu tavırdır. İkincisi ise
yeniyi reddetmeye, anlamamak için direnmeye, anlasa bile onu inkâra ya da
kötülemeye dönük olumsuz tavırdır. Açıkçası, yeni karşısında değişimci ya da
statükocu davranılabilmektedir. Bu noktada yolların başlangıcı olarak ifade
edeceğimiz büyük insanlık macerasının yaratılış bölümünde melekler birinci yolu
tercih ederken İblis ikinci yolu seçmiştir. Melekler anlamak için soru sorup değişimin
nedenlerini anlamaya çalışmış, içtenlikle yardım istemiştir. Bu yaklaşımları
sayesinde yeni duruma uyumlarıyla doğru olanı yapmışlardır. İkinci yolu seçen
ise İblis’tir. Yeniyi anlamaya çalışmak yerine var olan durumu ileri sürerek
yeniyi doğrudan reddetmiştir. Dolayısıyla yanlış yola yönelmiştir: “Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir
halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek
birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis
ediyoruz.” demişler. Allah da “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” demişti.
Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere
göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini
bildirin” dedi. Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize
öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla
bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler. Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem!
Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini
bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim,
yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?”
dedi. Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç
bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük
taslamış ve kâfirlerden olmuştu. (Bakara Suresi 30-34)
Doğu’nun Döngüsü Batı’nın Yükseleni
“İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız,
peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak bir ümmet
yaptık.” (Bakara Suresi 143.ayet) ilahi açıklamasına rağmen değişime
karşı duran ve yeniyi reddeden zihniyetin insanlığın tanıklığı görevini ifa
edemeyen topluluğa ait olacağı bir gerçektir. Bu topluluğun iman ve İslam
iddiası kuru söz ve şekilden öteye gidemeyecektir. Çünkü Doğu ve Batı arasında
aklederek yön bulup örnek olmak isteyen bir topluluğun orta ümmet olarak döngüleri
aşıp yeniyi yükseltmek görevi vardır.
Yüzyıllardır
skolastik bir mahiyete bürünerek donuklaşmış tasavvuf, fıkıh ve kelam döngüsünün
girdabında debelenip duruyoruz. Yeni karşısında özne yerine nesne olmaktan
kurtulamıyoruz. İçimizdeki en etkinler bile tepkisellikten öteye gidemiyor sadece
savunmacı bir dil ve pratik üretiyor. Gördüğümüz her yeni, eğer olumsuzluk
taşıyorsa “İslam zaten buna karşıdır.” eğer tutuluyor ve popülerse “O zaten İslam’da
var.” cümleleriyle karşılanıyor. Kendi skolastik birikimimizi deşeleyip ilgisiz
paralellik ve karşıtlıklar üretmekten öteye gidemiyoruz. Böyle olunca da
yeninin özünü ve değişiminin yönünü gözden kaçırıyoruz. Çünkü ortada henüz kapsamını
hatta kaynağını bile anlayamadığınız bir değişken yapı var. Bu noktada
yaşadığınız şok, doğrudan tümüyle kabulü ya da tümüyle inkârı getiriyor. Şok
durumu, düşünmenizi ve üretmenizi sağlamıyor. Reddimiz de kabulümüz de çözüm
getirmiyor; sadece taklide dönüşüyor. Tümden ret veya tümden kabul arasında
boğulup gidiyoruz. Gerçeğin kendisini veya yeniliği anlayıp kabul etmek imkânsızlaşıyor.
Cioran’ın Rusya için verdiği örneğe benziyor durumumuz: “Batı’ya nazaran Rusya’da her şey bir derece üsttedir. Orada Kuşkuculuk
Nihilizm, varsayım dogma, fikir ikona hâlini alır.”* Kanaatimizce aynı
durum İslam dünyasında Rusya’dan beter yaşanmaktadır. Konular, kavram ve
disiplinler aslından kat be kat uzaklarda anlaşılıyor ve yaşanıyor. Sert
çatışma döngülerine giriliyor. Böyle olunca da doğru düşünme yolu aydınlanmıyor,
hakikat bizden uzaklaşıyor. Döngüyü kavrama sabrı ve yeniye uyum gösterme
cesareti olmayınca hâlimiz değişmiyor. Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek
safdilliğinin içine gömülüyoruz.
Döngüsellikten Çıkıp Sığ İlerlemeye
Derinlik ve Bütünlük Kazandırmak
Doğu
kültürünün reenkarnasyon tarzı düşünsel çemberleri ve nefis olgunlaştırma
süreçlerinin döngüselliği karşısında Batı kültürünün doğrudan ilerlemeciliği ve
yüzeysel çıkışları var. Bunları anlayarak aşmak Müslümanların esas görevidir. Bugün
kültürümüzü oluşturan doğrudan yerel veya yüksek mahkeme kararlarının toplamı
olarak içinden çıkılmaz hâle gelmiş devasa hukuk mevzuatı, seyrisülûk aşamalarını
ifade eden muazzam birikim olarak tasavvuf, aynı konular etrafında dolanana
dolana yığınlaşmış ve katı tarafgirlikle sertleşmiş kelam; korkunç bir
skalastizme dönüşmüş durumdadır. Var olan birikimi iyice tahlil edip
genellemeci döngüselliği aşarak özgürlüğün yolunu açmak ve insana değer
kazandıracak atılımlar yapmak; Batı’nın yüzeyselliğine derinlik kazandırıp
parçacı yaklaşımına bütünsellik getirerek her ikisini de aşıp yeni bir söz ve
eylem inşa etmek Müslümanların boynunun borcudur.
Döngüsel
olanın bilgisini kavrayıp kabul ederek döngüyü aşmadıkça helezonik yükselen
yeni durumları anlayıp buna uyum göstermenin imkânı yoktur. El-Kitab’ın
muhkemlerine dayanıp müteşabihlerine anlam kazandırarak sabit ve değişkenleri
bilirsek nelerin süreklilik taşıdığını nelerin değişim gerektirdiğini görürüz.
İhya ve ıslah metodunu (reform ve devrim yolunu) keşfedersek ancak döngüyü
kırabilir yeryüzünün varisi olabiliriz. Bu niteliklere sahip olmayan
toplulukların döngü içinde çürüyüp gideceği, yükselen yeniyi üretmek bir yana
maruz kaldığı yenilikleri bile anlayamayacağı ve ona uyum sağlayamayacağı
ortadır. Döngüye kapılmış giden toplulukların yerini yeni toplulukların alması
kaçınılmazdır. Zaten değişime kapalı toplulukların yüzleşeceği tek ve son yenilik
de bu olacaktır.
Bireysel Özgürlük ve Kitle Enerjisi
Boğulmuş
özgürlükler ve zincirlenmiş düşünceler diyarında, tekâmül edecek yeniliğe ve
değişime gerekli uyumu gösterecek ve katkı sağlayacak kitle enerjisi kalmamış
görünmektedir. Zihinleri ve hayatları kölece olan bu diyardaki toplulukların
kendisi, yeniyi ve yeniliği üretmeyince değişime yelken açamamaktadır. Daha da kötüsü
anılan topluluklar; doğrusu, yanlışı, yanlış gibi görünen doğrusu ve doğru gibi
görünün yanlışıyla dışardan gelen yeniyi anlayamamakta, hazmedememektedir. Söz
konusu dışarıdan gelen yeniyi; ya tümden reddedip hayat buna imkân vermediği
için de bir noktada reddedip belli noktalarda benimseyince ortaya garabet
durumlar çıkmaktadır. Mesela bu toplulukların kimi fertleri, başka araçlardan
15-20 tane alabilecekken fahiş fiyatlı bir otomobili kızıl tüylü deve kabul
ederken giyim kuşamda olabilecek en katı direnişi sergileyebilmektedir. Reddeden
cephenin bu tuhaflıklarına karşı diğer kesim ise yeni diye ne varsa kabul edip
ret tayfasından da sığ bir hayat sürmektedir. Her iki yaklaşım, belli düzeyde
komedi ve belli bir düzeyde de trajedi olarak önümüzde durmaktadır.
Yeni fikirlere
kulak verip insaflı ve ön yargısız bir şekilde yeniliklere açık olmak, bunları
akıl ve vahiy ölçülerine vurarak değerlendirmek; Müslümanların önemini bilerek
daima vurguladığı objektif bir ilkedir. Çünkü Müslümanlar sözü dinleyip en
güzeline uyarlar… “Ki onlar, sözü
işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete
erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (Zümer Suresi 18.
Ayet) İslam, kendi dönemi için tümüyle yeni bir anlayıştır. Öyle ki İslam,
eskiyi ya yıkmış ya da değiştirip dönüştürmüştür. Değil mi ki İslam, yeniye
kapanıp körü körüne eskiye bağlanmaya karşı çıkan inancın adıdır. Öyleyse her
dönem dünyaya yeniden gelecek baharın yolu da odur.
* E. M.
Cioran, Bilim ve Ütopya, 5.bs.
(İstanbul: Metis Yayınları, 2015), 109-110
(SEBÎLÜRREŞAD
dergisinin Nisan 2023/Ramazan 1444 tarihli 1087. sayısında yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.