31 Aralık 2023 Pazar

 

DÖNGÜSEL GELEN BAHAR VE HELEZONİK YÜKSELEN YENİ

Geceyle gündüzün birbirini izlemesi, mevsimlerin art arda gelmesi gibi hayatın çeşitli alanlarındaki değişimlerin büyük bölümü döngüsel gerçekleşmektedir. Gözlenen bu periyodik değişmeler, insan için huzur ve güven de sağlamaktadır. Çünkü insan, gözlenemeyecek veya bilinemeyecek değişimler karşısında endişe ve kaygılarından kurtulup huzur bulamaz. Böyle bir durumda değişim ve yenilikleri anlamaya yönelik çaba da göstermez. Yani yeni ortaya çıkıp değişim yaşanınca bunu anlamaya yönelik bilinç biçimleri de döngüsellikle mümkün olmaktadır. Hayattaki değişim ve yeniliklerin bir bölümü olmasa da bu tipteki değişimleri de döngüsel değişimlere dayanarak anlıyoruz.

Yenilik ve değişim; zaman kuşatması içindeki kâinat, dünya, toplum ve insan için zorunluluğunun yanında nimet olarak düşünülebilir. Yeni, daima iyidir diyemesek de insan fıtratının yeniyi sevmesi ve doğanın işleyişinin bu minvalde olması, ontolojik bir gerçek olarak yeninin iyiliğini göstermektedir. Bununla beraber, hayatın içindeki değişim ve yeniliklerin bazen iyilik yönünde olmaması, yeni görünümlü şeyin aslında geçmiş mitolojik ve paganist düşünce ve inançlar ya da nefsani ve toplumsal sapma özelliği taşıması nedeniyledir diye de düşünebiliriz. Yoksa insanlığın esas tekâmül çizgisi, yenilikçi ve yükselişçi bir mahiyet taşımaktadır. Yatışmaz yapısıyla kâinat ve hayat, sürekli değişmekte ve tekâmül etmektedir. Söz konusu değişim ve tekâmülden akıl, düşünce, sanat ve bilim de beri değildir.

Değişimi ve Yeniyi Anlamak

Değişimi beraberinde getiren yeni karşısında verilebilecek iki tepki ortaya çıkıyor: Birincisi yeniyi anlamaya ve yeni duruma uyum göstermeye dönük olumlu tavırdır. İkincisi ise yeniyi reddetmeye, anlamamak için direnmeye, anlasa bile onu inkâra ya da kötülemeye dönük olumsuz tavırdır. Açıkçası, yeni karşısında değişimci ya da statükocu davranılabilmektedir. Bu noktada yolların başlangıcı olarak ifade edeceğimiz büyük insanlık macerasının yaratılış bölümünde melekler birinci yolu tercih ederken İblis ikinci yolu seçmiştir. Melekler anlamak için soru sorup değişimin nedenlerini anlamaya çalışmış, içtenlikle yardım istemiştir. Bu yaklaşımları sayesinde yeni duruma uyumlarıyla doğru olanı yapmışlardır. İkinci yolu seçen ise İblis’tir. Yeniyi anlamaya çalışmak yerine var olan durumu ileri sürerek yeniyi doğrudan reddetmiştir. Dolayısıyla yanlış yola yönelmiştir: “Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler. Allah da “Ben sizin bilmediğinizi bilirim.” demişti. Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi. Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler. Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi. Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. (Bakara Suresi 30-34)

Doğu’nun Döngüsü Batı’nın Yükseleni

“İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak bir ümmet yaptık.” (Bakara Suresi 143.ayet) ilahi açıklamasına rağmen değişime karşı duran ve yeniyi reddeden zihniyetin insanlığın tanıklığı görevini ifa edemeyen topluluğa ait olacağı bir gerçektir. Bu topluluğun iman ve İslam iddiası kuru söz ve şekilden öteye gidemeyecektir. Çünkü Doğu ve Batı arasında aklederek yön bulup örnek olmak isteyen bir topluluğun orta ümmet olarak döngüleri aşıp yeniyi yükseltmek görevi vardır.

Yüzyıllardır skolastik bir mahiyete bürünerek donuklaşmış tasavvuf, fıkıh ve kelam döngüsünün girdabında debelenip duruyoruz. Yeni karşısında özne yerine nesne olmaktan kurtulamıyoruz. İçimizdeki en etkinler bile tepkisellikten öteye gidemiyor sadece savunmacı bir dil ve pratik üretiyor. Gördüğümüz her yeni, eğer olumsuzluk taşıyorsa “İslam zaten buna karşıdır.” eğer tutuluyor ve popülerse “O zaten İslam’da var.” cümleleriyle karşılanıyor. Kendi skolastik birikimimizi deşeleyip ilgisiz paralellik ve karşıtlıklar üretmekten öteye gidemiyoruz. Böyle olunca da yeninin özünü ve değişiminin yönünü gözden kaçırıyoruz. Çünkü ortada henüz kapsamını hatta kaynağını bile anlayamadığınız bir değişken yapı var. Bu noktada yaşadığınız şok, doğrudan tümüyle kabulü ya da tümüyle inkârı getiriyor. Şok durumu, düşünmenizi ve üretmenizi sağlamıyor. Reddimiz de kabulümüz de çözüm getirmiyor; sadece taklide dönüşüyor. Tümden ret veya tümden kabul arasında boğulup gidiyoruz. Gerçeğin kendisini veya yeniliği anlayıp kabul etmek imkânsızlaşıyor. Cioran’ın Rusya için verdiği örneğe benziyor durumumuz: “Batı’ya nazaran Rusya’da her şey bir derece üsttedir. Orada Kuşkuculuk Nihilizm, varsayım dogma, fikir ikona hâlini alır.”* Kanaatimizce aynı durum İslam dünyasında Rusya’dan beter yaşanmaktadır. Konular, kavram ve disiplinler aslından kat be kat uzaklarda anlaşılıyor ve yaşanıyor. Sert çatışma döngülerine giriliyor. Böyle olunca da doğru düşünme yolu aydınlanmıyor, hakikat bizden uzaklaşıyor. Döngüyü kavrama sabrı ve yeniye uyum gösterme cesareti olmayınca hâlimiz değişmiyor. Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek safdilliğinin içine gömülüyoruz.

Döngüsellikten Çıkıp Sığ İlerlemeye Derinlik ve Bütünlük Kazandırmak

Doğu kültürünün reenkarnasyon tarzı düşünsel çemberleri ve nefis olgunlaştırma süreçlerinin döngüselliği karşısında Batı kültürünün doğrudan ilerlemeciliği ve yüzeysel çıkışları var. Bunları anlayarak aşmak Müslümanların esas görevidir. Bugün kültürümüzü oluşturan doğrudan yerel veya yüksek mahkeme kararlarının toplamı olarak içinden çıkılmaz hâle gelmiş devasa hukuk mevzuatı, seyrisülûk aşamalarını ifade eden muazzam birikim olarak tasavvuf, aynı konular etrafında dolanana dolana yığınlaşmış ve katı tarafgirlikle sertleşmiş kelam; korkunç bir skalastizme dönüşmüş durumdadır. Var olan birikimi iyice tahlil edip genellemeci döngüselliği aşarak özgürlüğün yolunu açmak ve insana değer kazandıracak atılımlar yapmak; Batı’nın yüzeyselliğine derinlik kazandırıp parçacı yaklaşımına bütünsellik getirerek her ikisini de aşıp yeni bir söz ve eylem inşa etmek Müslümanların boynunun borcudur.

Döngüsel olanın bilgisini kavrayıp kabul ederek döngüyü aşmadıkça helezonik yükselen yeni durumları anlayıp buna uyum göstermenin imkânı yoktur. El-Kitab’ın muhkemlerine dayanıp müteşabihlerine anlam kazandırarak sabit ve değişkenleri bilirsek nelerin süreklilik taşıdığını nelerin değişim gerektirdiğini görürüz. İhya ve ıslah metodunu (reform ve devrim yolunu) keşfedersek ancak döngüyü kırabilir yeryüzünün varisi olabiliriz. Bu niteliklere sahip olmayan toplulukların döngü içinde çürüyüp gideceği, yükselen yeniyi üretmek bir yana maruz kaldığı yenilikleri bile anlayamayacağı ve ona uyum sağlayamayacağı ortadır. Döngüye kapılmış giden toplulukların yerini yeni toplulukların alması kaçınılmazdır. Zaten değişime kapalı toplulukların yüzleşeceği tek ve son yenilik de bu olacaktır.

Bireysel Özgürlük ve Kitle Enerjisi

Boğulmuş özgürlükler ve zincirlenmiş düşünceler diyarında, tekâmül edecek yeniliğe ve değişime gerekli uyumu gösterecek ve katkı sağlayacak kitle enerjisi kalmamış görünmektedir. Zihinleri ve hayatları kölece olan bu diyardaki toplulukların kendisi, yeniyi ve yeniliği üretmeyince değişime yelken açamamaktadır. Daha da kötüsü anılan topluluklar; doğrusu, yanlışı, yanlış gibi görünen doğrusu ve doğru gibi görünün yanlışıyla dışardan gelen yeniyi anlayamamakta, hazmedememektedir. Söz konusu dışarıdan gelen yeniyi; ya tümden reddedip hayat buna imkân vermediği için de bir noktada reddedip belli noktalarda benimseyince ortaya garabet durumlar çıkmaktadır. Mesela bu toplulukların kimi fertleri, başka araçlardan 15-20 tane alabilecekken fahiş fiyatlı bir otomobili kızıl tüylü deve kabul ederken giyim kuşamda olabilecek en katı direnişi sergileyebilmektedir. Reddeden cephenin bu tuhaflıklarına karşı diğer kesim ise yeni diye ne varsa kabul edip ret tayfasından da sığ bir hayat sürmektedir. Her iki yaklaşım, belli düzeyde komedi ve belli bir düzeyde de trajedi olarak önümüzde durmaktadır.

Yeni fikirlere kulak verip insaflı ve ön yargısız bir şekilde yeniliklere açık olmak, bunları akıl ve vahiy ölçülerine vurarak değerlendirmek; Müslümanların önemini bilerek daima vurguladığı objektif bir ilkedir. Çünkü Müslümanlar sözü dinleyip en güzeline uyarlar… “Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (Zümer Suresi 18. Ayet) İslam, kendi dönemi için tümüyle yeni bir anlayıştır. Öyle ki İslam, eskiyi ya yıkmış ya da değiştirip dönüştürmüştür. Değil mi ki İslam, yeniye kapanıp körü körüne eskiye bağlanmaya karşı çıkan inancın adıdır. Öyleyse her dönem dünyaya yeniden gelecek baharın yolu da odur.

* E. M. Cioran, Bilim ve Ütopya, 5.bs. (İstanbul: Metis Yayınları, 2015), 109-110

 

(SEBÎLÜRREŞAD dergisinin Nisan 2023/Ramazan 1444 tarihli 1087. sayısında yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.