TOPLUMLAR NASIL ANIMSAR?
İnsanın
bilinci ve belleği çokça ilgi çekiciyken toplumun bilinci ve belleğini
çağrıştıran Toplumlar Nasıl Anımsar?
adlı kitap fazlasıyla dikkat çekici oluyor. Toplumlar
Nasıl Anımsar? kendisine yönelen bu ilgiye içeriği itibarıyla doyurucu bir
karşılık veriyor. Kitap “Toplumsal Bellek, Anma Törenleri ve Bedensel
Pratikler” başlıkları altında üç ana bölümden oluşuyor.
Bireysel ve Toplumsal Bellek
Bellek, her ne kadar bireysel bir yeti olsa da toplumsal
bellek, ilginç biçimde bilinç dışı kolektif bellek olarak varlığını sürdürüyor.
Bu noktada Connerton, “Batı, proleterya,
parti gibi tarihin büyük “özneleri”ne artık inanmıyor oluşumuz, bu büyük
anlatıların yok olduğu anlamına gelmez, günümüz koşulları hakkında düşünme ve
bu koşullar içinde davranma yolları olarak bilinç dışı etkilerini sürdürmekte
direttiklerini gösterir, bilinç dışı kolektif bellek olarak varlıklarını
sürdürdükleri anlamına gelir.” demektedir. (Connerton 2019, 9) Demek ki
bellek kavramının anlamı üzerine iyice yoğunlaşmak gerekmektedir. Bellek
üzerine görüşler toparlandığında belleği üç bölümde değerlendirmek mümkün
olmaktadır. Bellek türleri üzerine Connerton’ın söyledikleriyse şunlardır: “Birinci bellek türü kişisel bellektir.
Bunlar konusunu bir kimsenin yaşam öyküsünden alan anımsama eylemlerini
gösterir. Öteki bellek türü, bilişsel bellek savlarından oluşup sözcüklerin
anlamlarını, şiirlerin dizelerini, şarkıları, öyküleri ya da bir kentin
planını, matematik denklemlerini, mantıksal doğruları veya geleceğe ilişkin
olguları anımsadığımızın söylenebildiği durumlardaki “anımsama” fiilinin
kullanımlarını kapsar. Bir üçüncü bellek türü, yalnızca belli uygulayımı
(performans) yeniden ortaya koyma yetimiz ile ilgili olup bundan başka bir şey
değildir.” (Connerton 2019, 43) Connerton’a göre üçüncü tür bellek,
alışkanlık belleğidir ve törenlerle ilişkili olan bellek de budur. Ayrıca
Connerton, alışkanlık belleğinin araştırmacılarca ihmal edildiğini de ileri
sürmektedir.
Modern Törenler
Geçmişin hayal
ve anılarını taşıma görevi üstlenen törenlere, modern toplumlarda da rastlamak
şaşırtıcı değildir. Törenler sadece anma/anımsama değil aynı zamanda yeniden
canlandırma ve temsil niteliği de taşımaktadır. Bu nedenle modern dönemdeki
ideoloji ve akımlar, düzenlerini yerleştirmek ve meşrulaştırmak için törenlerin
söz konusu niteliklerinden yararlanmak istemiştir. paganların mevsimsel
şenliklerinin Hristiyan törenlerine dönüştürülmesine benzer bir mekanizmayla
Hristiyan törenlerinin Nazi törenlerine dönüştürülmesine modern dönemde tanık
oluruz. Nazi Almanyası’nda ortaya çıkan bu görkemli törenlerin örneğini,
İran’da Pers İmparatorluğu’nun kuruluşunun 2500. yılını kutlama törenlerinde,
Yahudilerin Masada kutlamalarında ve ülkemiz özelinde icat edilen ulusal
bayramların kutlamalarında görmek mümkündür. Bu törenlerin tamamı,
anımsama/hatırlama ögesine dayanır fakat ilginç bir şekilde önceki dönem
törenlerini unutturmak maksadına yönelmelerine rağmen önceki döneme ait ne
varsa toplumsal belleğe iyice kazınmasına ve onlarının korunup taşımasına da
hizmet etmişlerdir denebilir. Ulusal bayramların aynı zamanda dinî bayramları
anımsatıp yeniden canlandırdığını, Ramazan ve Kurban bayramlarının değerini ve
coşkusunu artırdığını iddia etmek mümkündür. Çünkü yeninin başlangıcı, eskinin
bir halkası olarak devam etmektedir. Connerton, bu durumu şu sözlerle
açıklıyor: “Başlangıç, toplumun
sürekliliğinin yeni imgesi olarak hem açıkça hem de alttan alta bir anımsama
ögesi olmadan düşünülemez.” (Connerton 2019, 27) Ayrıca Connerton, sözlerine şunları da
ekliyor: “Her türlü başlangıcın içinde
bir anımsama ögesi yatar. Toplumsal bir grubun tümüyle yeni bir yol tutturmak
üzere eşgüdümlü bir çaba gösterdiği durumlarda bu özellikle geçerlidir.” (Connerton 2019, 15) Burada amaç,
icat edilen törenin bir önceki töreni geçersiz kılmasıdır. Bellek oluşturmaya
başlamak için icat edilen tören, aynı zamanda bir bellek silme eylemidir. Fakat
yine de Connerton’ın “Bir kurumu geçersiz
kılan bir törenin ancak o zamana kadar söz konusu kurumu onaylayan öteki
törenleri çağrıştırmasıyla anlam kazanacağı söylenebilir.” (Connerton 2019,
21) ifadelerine dayanarak modern törenlerin bir yönden önceki törenlere
benzemesiyle eskiyi anımsamayı sağladığını iddia etmemiz mümkün olmaktadır.
Anma Törenleri
Törenler hem
anımsama hem de katılım ögesi içermektedir. Bu noktada tarihsel kökleri vardır
ve törenler aynı zamanda bu tarihsel kökleri vurgulamaktadır. Connerton, bu
hususta şunları söylüyor: “Geçmiş bir
tarihin kurucu olaylar kümesinin bir tören biçiminde anılıp kutlanarak geçmişin
sürdürüldüğü yolundaki açık sav, hiçbir yerde, dünyanın büyük dinlerindeki
kadar bol dile getirilmemiştir; öyle ki söz konusu bu savın ikide bir ileri
sürüldüğü görülmektedir.” (Connerton 2019, 79) Yahudilerin Fısıh (Hamursuz),
Seder, Şavuot, Purim, Hanukka ve Sebt törenleri; Hristiyanlarda Hayırlı Cuma ve
Paskalya Yortusu, her pazar İsa’nın Son Akşam Yemeği’nin anısını yâd etmek için
katıldıkları Komünyon töreni, bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bu
örneklere rağmen Connerton, İslam dini açısından var olan bir farklılığa da
değinmektedir: “Yahudilikte ve
Hristiyanlıkta bulunan ve tarihsel göndermeler içeren bir törenin gelişmesini
sağlayacak önemli özendiricilerin İslam’da bulunmadığı doğrudur. Muhammed’in
yaşamında simgesel belirsizlikler yoktur. Ve bir ruhban sınıfının bulunmaması,
İslam törenlerinin gelişmesini çapları ve ayrıntıları bakımından sınırlamıştır
ki bu, İslam dininin dışa dönük tezahürlerinde yalınlığın ağır basan özelliği
oluşturması anlamına gelir.” (Connerton 2019, 83) Bu bağlamda Connerton,
Müslümanların sadece iki bayramından söz etmektedir: “Başarılı bir şekilde sonuçlanmasını kutlamak üzere bir bayram
yemeğinin de verildiği Hac ve oruç döneminin sona erişini gösteren bir bayram
yemeğinin de verildiği Ramazan.” (Connerton 2019, 83)
Bedensel Pratikler
Tarih öncesi
törenler, dinî törenler ve modern törenler olarak sınıflandırabileceğimiz
törenlerde ortak özellikler tespit etmenin mümkün olduğunu söyleyen Connerton, takvim zamanının ilerleyici özelliğine
karşın törensel zamanın döngüsel ve tekrarlı olduğunu işaret etmektedir.
(Connerton 2019, 115) Bu döngüsellik ve tekrarlı oluş, toplumsal belleği canlı
tutmaktadır: “Geçmişin versiyonlarını,
geçmişi kendimize, onu temsil eden sözcüklerle ve imgelerle yeniden sunarak
koruruz. Anma törenleri, bu pratiğimizin önde gelen örneğini oluşturur. Söz
konusu törenler, geçmişi, geçmişin olaylarının temsil edici bir resmini çizerek
kafamızda tutmaya yarar.” (Connerton 2019, 123) Bunlar geçmişin yeniden
canlandırılmasıdır, belleğin korunması ve aktarılması noktasında yeniden
canlandırma bedensel pratiklerle sağlanmaktadır: “Bu tür yeniden canlandırmaların retorik inandırıcılığı, gördüğümüz gibi
önceden belirlenmiş bedensel davranışlara dayanır.” (Connerton 2019, 123)
Toplumsal belleğin tespitinde yazılı kültürün oluşturduğu kaydetme pratiğine
bugüne kadar büyük önem verilirken sözlü kültür içinde değerlendirilen
bedenleştirme pratiğine gereken ilgi gösterilmemiştir. Buna karşın Connerton, “Alışkanlık, ellerde ve vücutta taşınan bir
bilgi ve bir anımsamadır ve bir alışkanlığın geliştirilmesinde “anlayan”
bedenimizdir.” demektedir. (Connerton 2019, 161) Kitabı boyunca yaptığı
analizlerin sonucunda şu iddiayı da ileri sürmektedir: “Her grup, korunması konusunda en çok endişe duyduğu değerleri ve
kategorileri, bedensel otomatlara emanet edecektir. Geçmişin kafalarda, bedende
tortusunu bırakan bir alışkanlık belleğiyle nasıl daha iyi korunabildiğini
görecektir.” (Connerton 2019, 173)
Toplumların Anımsadıkları
Toplumların
anımsaması konusunda Connerton, Toplumlar
Nasıl Anımsar? adlı kitabında törenlerin ve törenlerde ortaya çıkan
bedenleştirmenin işlevini -yukarıda özetlediğimiz biçimde- net olarak
açıklamaktadır. Bizim toplumumuzun neleri anımsadığı hususunda bazı
değerlendirmeler yapmak ise ayrı bir görev olarak karşımızda durmaktadır. Bu
görev noktasında; bilinç, bilinç dışı ve anımsama konularında psikanalitik
yaklaşımın kurucusu Freud’u ve onun Musa
ve Tektanrılı Din kitabını da yardıma çağırmak, kanaatimizce faydalı
olacaktır. Musa ve Tektanrılı Din
adlı kitabında Freud, toplumların anımsaması konusunda Yahudiler üzerine ilginç
bir görüş ileri sürer. Freud, Yahudi toplumunun Musa'yı öldürdüğünü ve onun
izlerini yok ettiğini söyler. Coşkulu bir istek ve güdüyle Musa’yı öldüren bu
topluluk, aynı zamanda suçluluk duygusuyla yaptığı işi unutmaya yönelmiştir.
Yahudi toplumu tarafından Musa ve anlayışı, bilinç düzeyinden bilinç dışına
itilmiştir. Bu şekilde baskılanan Musa ve mesajı, sonradan daha güçlü olarak
geri dönmüştür. Çok güçlü bir şekilde geri dönen bu inanç veya düşüncenin eski
temel özelliklerini koruyup korumadığı ise -bizim düşüncemize göre- ayrı bir
hususu ortaya çıkarmaktadır. Çünkü haftalık, aylık veya yıllık törenlerle
bedenleştirilip yeniden anımsanan düşünce veya inanç, aslında eskinin deforme
edilip yeniden biçimlendirilmiş hâlidir. Bu örneğin benzerini, ülkemizde de
görmek mümkündür. Bir dönem yoğun baskılanan dinî anlayış, aynı şekilde
öncekinin karikatürü olarak çok güçlü ve sert biçimde geriye dönmüştür. Artık
burada hayata geçirilen pratikler, önceki din anlayışı ve din pratiğinden
farklıdır. Genel olarak ana ögeleriyle tasfiye edilen ve bilinç düzeyinde
baskılanıp bilinç dışına itilmeye zorlanan Osmanlı veya İslam algısı için de
aynı durum söz konusudur. Bu açıklama modelini Hz. Peygamber ve hemen sonrası
gelişen olaylara da uygulayabiliriz. Çünkü Yahudilerde yaşanana benzer durum,
Hz. Muhammed’den hemen sonra yaşanmıştır. Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu din ve
bedenleştirdiği pratikler, hayattan kovulmuştur. Bu noktada İbni Haldun'un
Emevî yönetimiyle birlikte Arap toplumu rahat etti mealindeki görüşünü de
hatırlamak yerinde olacaktır. Çünkü Hz. Muhammed’in mesajı Arap örfüne
uydurulup ters yüz edilmiştir. Hz. Muhammed’in ailesi ve akrabaları
öldürülürken Hz. Peygamber ve mesajı da manen öldürülmüştür. Sonraki dönemde
ortaya çıkan ihya ve yenilik hareketlerinin büyük bölümü de hem dönemsel
koşullar ve reaksiyoner oluşlarıyla hem de metodik açıdan mesajı doğru
yorumlayıp bir teorik çerçeve ve pratik geliştirememeleri nedeniyle İslam'ın
karikatürü ya da carpık hâli olmaktan öteye gidememiştir. İslam’ı yeniden
diriltme çabaları, ümmetin/toplumun hatırlamasındaki maluliyetten
kurtulamamıştır. Bunun bariz örneklerinden biri, nevrotik bir durum olarak Hz.
Hüseyin’in şehadeti ve sonrasında da gözlenebilir. Hz. Hüseyin’e sahip çıkmayan
ve ona destek olmaktan uzak duran toplum, bir süre sonra Hz. Hüseyin’i muhteşem
yas törenleriyle, abartılı ve kanlı anma gösterileriyle anımsamıştır ve bu
törenler yüzlerce yıldır devam etmektedir. Aynı şekilde bu örnek de çok net bir
baskılama sonrası dönüş ve nevroz vakası olarak yorumlanabilir.
Hurafe ve İhtiras
Görece yakın
tarihimizde de din ve pratikleri, baskılanınca toplumun bilinçaltına itilmiştir
denebilir. Merkezden çevreye, şehirden kasaba ve köye itilen oralarda da rahat
bırakılmayıp iyice baskılanan din, görünürlüğü azalıp etki gücünü yitirmiş olsa
da toplumun bilinçaltında/bilinç dışında güdü, itki, dürtü ve baskılama
mekanizmasıyla varlığını sürdürmüştür. Baskılanan şeyin, baskının şiddeti
oranınca daha sert ve güçlü dönüşü gibi dinin de geri dönüşü sert ve güçlü
olmuştur. Âdeta bir tören çağrısı olan ezanın ontolojik yapısından soyutlanarak
Türkçeleştirilmesi, eski harflerin lanetlenmesi, dinî görünümlerin
yasaklanması, onları yok etmemiş; tam tersine onlara bilinç dışı bir dinamizm
kazandırmıştır. Din öncekinden daha farklı bir nitelikte geri dönmüştür. Dönüş
yapan dinî anlayış öncekinden daha sert ve kuralcı ve görünüşte daha
ahlakçıdır. Toplumun komploculuk, bilgisizlik, akıl yerine his ve saplantılara
dayanan genel sorunlu yapısının da etkisiyle dönüş yapan dinin, dinin özü ve
esasıyla ilgili olmaktan çok hurafeye dayandığı değerlendirilebilir. Çünkü
görünürleşen ve gövdeleşen güncel din; daha duygusal, daha bilgisiz ve daha
katı özellikler göstermektedir.
Bilimsel ve
sahih esaslara dayanmayan güncel dinî anlayış, baskının şiddetinden ve toplumun
genel hastalıklarından, yoksulluk ve yoksunluğundan ve de ilke bilmezliğinden
beslenerek muhteris niteliklerle donanmıştır. Hurafe ve ihtiras temeline
dayanan bu anlayışın, toplumun genelini etkilediğinde var olan yapı ve
değerleri de çürütücü bir etki gösterdiğini düşünebiliriz. Bu doğrultuda yine
söz konusu anlayışın kendine var oluş imkânı sağlayan, tekrar hatırlanan ve
yeni kurulduğu iddia edilen baskı öncesi dönemin de çok gerisinde, değişmiş ve
çarpık bir anlayış olduğunu, toplumsal bünyede ve zihinde yıkıcı etkilere yol
açtığını iddia edebiliriz. Artık, törenlerle korunup aktarılan din, orijinal
hâlinden tanınmayacak derecede uzaklaşmış bir dindir. Velhasıl, Toplumlar Nasıl Anımsar? adlı kitabı
Freud’un adı geçen kitabındaki yaklaşımını da dikkate alarak okumak, okuyucuya
bambaşka ufuklar açacaktır. Connerton’un bu kitabı, toplumsal bilinç ve belleğin nasıl korunup aktarıldığı, geçmişin
nasıl hatırlandığı ve yeniden canlandırıldığı konularına kafa yoran okuyucular
için ısrarlı tavsiyeyi ve büyük övgüyü hak ediyor. Bu konuda yeni düşünceler
geliştirecek ve son sözü söyleyecek olanlar ise yine hem bu yazının hem
Cannerton’ın kitabının muhtemel okuyucularıdır diyebiliriz.
Paul
Connerton, Toplumlar Nasıl Anımsar?, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2019
(SEBÎLÜRREŞAD
dergisinin Ağustos 2023/Muharrem 1444 tarihli 1089. sayısında yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.