31 Aralık 2023 Pazar

 

TOPLUMLAR NASIL ANIMSAR?

İnsanın bilinci ve belleği çokça ilgi çekiciyken toplumun bilinci ve belleğini çağrıştıran Toplumlar Nasıl Anımsar? adlı kitap fazlasıyla dikkat çekici oluyor. Toplumlar Nasıl Anımsar? kendisine yönelen bu ilgiye içeriği itibarıyla doyurucu bir karşılık veriyor. Kitap “Toplumsal Bellek, Anma Törenleri ve Bedensel Pratikler” başlıkları altında üç ana bölümden oluşuyor.

Bireysel ve Toplumsal Bellek

Bellek, her ne kadar bireysel bir yeti olsa da toplumsal bellek, ilginç biçimde bilinç dışı kolektif bellek olarak varlığını sürdürüyor. Bu noktada Connerton, “Batı, proleterya, parti gibi tarihin büyük “özneleri”ne artık inanmıyor oluşumuz, bu büyük anlatıların yok olduğu anlamına gelmez, günümüz koşulları hakkında düşünme ve bu koşullar içinde davranma yolları olarak bilinç dışı etkilerini sürdürmekte direttiklerini gösterir, bilinç dışı kolektif bellek olarak varlıklarını sürdürdükleri anlamına gelir.” demektedir. (Connerton 2019, 9) Demek ki bellek kavramının anlamı üzerine iyice yoğunlaşmak gerekmektedir. Bellek üzerine görüşler toparlandığında belleği üç bölümde değerlendirmek mümkün olmaktadır. Bellek türleri üzerine Connerton’ın söyledikleriyse şunlardır: “Birinci bellek türü kişisel bellektir. Bunlar konusunu bir kimsenin yaşam öyküsünden alan anımsama eylemlerini gösterir. Öteki bellek türü, bilişsel bellek savlarından oluşup sözcüklerin anlamlarını, şiirlerin dizelerini, şarkıları, öyküleri ya da bir kentin planını, matematik denklemlerini, mantıksal doğruları veya geleceğe ilişkin olguları anımsadığımızın söylenebildiği durumlardaki “anımsama” fiilinin kullanımlarını kapsar. Bir üçüncü bellek türü, yalnızca belli uygulayımı (performans) yeniden ortaya koyma yetimiz ile ilgili olup bundan başka bir şey değildir.” (Connerton 2019, 43) Connerton’a göre üçüncü tür bellek, alışkanlık belleğidir ve törenlerle ilişkili olan bellek de budur. Ayrıca Connerton, alışkanlık belleğinin araştırmacılarca ihmal edildiğini de ileri sürmektedir.

Modern Törenler

Geçmişin hayal ve anılarını taşıma görevi üstlenen törenlere, modern toplumlarda da rastlamak şaşırtıcı değildir. Törenler sadece anma/anımsama değil aynı zamanda yeniden canlandırma ve temsil niteliği de taşımaktadır. Bu nedenle modern dönemdeki ideoloji ve akımlar, düzenlerini yerleştirmek ve meşrulaştırmak için törenlerin söz konusu niteliklerinden yararlanmak istemiştir. paganların mevsimsel şenliklerinin Hristiyan törenlerine dönüştürülmesine benzer bir mekanizmayla Hristiyan törenlerinin Nazi törenlerine dönüştürülmesine modern dönemde tanık oluruz. Nazi Almanyası’nda ortaya çıkan bu görkemli törenlerin örneğini, İran’da Pers İmparatorluğu’nun kuruluşunun 2500. yılını kutlama törenlerinde, Yahudilerin Masada kutlamalarında ve ülkemiz özelinde icat edilen ulusal bayramların kutlamalarında görmek mümkündür. Bu törenlerin tamamı, anımsama/hatırlama ögesine dayanır fakat ilginç bir şekilde önceki dönem törenlerini unutturmak maksadına yönelmelerine rağmen önceki döneme ait ne varsa toplumsal belleğe iyice kazınmasına ve onlarının korunup taşımasına da hizmet etmişlerdir denebilir. Ulusal bayramların aynı zamanda dinî bayramları anımsatıp yeniden canlandırdığını, Ramazan ve Kurban bayramlarının değerini ve coşkusunu artırdığını iddia etmek mümkündür. Çünkü yeninin başlangıcı, eskinin bir halkası olarak devam etmektedir. Connerton, bu durumu şu sözlerle açıklıyor: “Başlangıç, toplumun sürekliliğinin yeni imgesi olarak hem açıkça hem de alttan alta bir anımsama ögesi olmadan düşünülemez.” (Connerton 2019, 27)   Ayrıca Connerton, sözlerine şunları da ekliyor: “Her türlü başlangıcın içinde bir anımsama ögesi yatar. Toplumsal bir grubun tümüyle yeni bir yol tutturmak üzere eşgüdümlü bir çaba gösterdiği durumlarda bu özellikle geçerlidir.” (Connerton 2019, 15) Burada amaç, icat edilen törenin bir önceki töreni geçersiz kılmasıdır. Bellek oluşturmaya başlamak için icat edilen tören, aynı zamanda bir bellek silme eylemidir. Fakat yine de Connerton’ın “Bir kurumu geçersiz kılan bir törenin ancak o zamana kadar söz konusu kurumu onaylayan öteki törenleri çağrıştırmasıyla anlam kazanacağı söylenebilir.” (Connerton 2019, 21) ifadelerine dayanarak modern törenlerin bir yönden önceki törenlere benzemesiyle eskiyi anımsamayı sağladığını iddia etmemiz mümkün olmaktadır.

Anma Törenleri

Törenler hem anımsama hem de katılım ögesi içermektedir. Bu noktada tarihsel kökleri vardır ve törenler aynı zamanda bu tarihsel kökleri vurgulamaktadır. Connerton, bu hususta şunları söylüyor: “Geçmiş bir tarihin kurucu olaylar kümesinin bir tören biçiminde anılıp kutlanarak geçmişin sürdürüldüğü yolundaki açık sav, hiçbir yerde, dünyanın büyük dinlerindeki kadar bol dile getirilmemiştir; öyle ki söz konusu bu savın ikide bir ileri sürüldüğü görülmektedir.” (Connerton 2019, 79) Yahudilerin Fısıh (Hamursuz), Seder, Şavuot, Purim, Hanukka ve Sebt törenleri; Hristiyanlarda Hayırlı Cuma ve Paskalya Yortusu, her pazar İsa’nın Son Akşam Yemeği’nin anısını yâd etmek için katıldıkları Komünyon töreni, bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bu örneklere rağmen Connerton, İslam dini açısından var olan bir farklılığa da değinmektedir: “Yahudilikte ve Hristiyanlıkta bulunan ve tarihsel göndermeler içeren bir törenin gelişmesini sağlayacak önemli özendiricilerin İslam’da bulunmadığı doğrudur. Muhammed’in yaşamında simgesel belirsizlikler yoktur. Ve bir ruhban sınıfının bulunmaması, İslam törenlerinin gelişmesini çapları ve ayrıntıları bakımından sınırlamıştır ki bu, İslam dininin dışa dönük tezahürlerinde yalınlığın ağır basan özelliği oluşturması anlamına gelir.” (Connerton 2019, 83) Bu bağlamda Connerton, Müslümanların sadece iki bayramından söz etmektedir: “Başarılı bir şekilde sonuçlanmasını kutlamak üzere bir bayram yemeğinin de verildiği Hac ve oruç döneminin sona erişini gösteren bir bayram yemeğinin de verildiği Ramazan.” (Connerton 2019, 83)

Bedensel Pratikler

Tarih öncesi törenler, dinî törenler ve modern törenler olarak sınıflandırabileceğimiz törenlerde ortak özellikler tespit etmenin mümkün olduğunu söyleyen Connerton, takvim zamanının ilerleyici özelliğine karşın törensel zamanın döngüsel ve tekrarlı olduğunu işaret etmektedir. (Connerton 2019, 115) Bu döngüsellik ve tekrarlı oluş, toplumsal belleği canlı tutmaktadır: “Geçmişin versiyonlarını, geçmişi kendimize, onu temsil eden sözcüklerle ve imgelerle yeniden sunarak koruruz. Anma törenleri, bu pratiğimizin önde gelen örneğini oluşturur. Söz konusu törenler, geçmişi, geçmişin olaylarının temsil edici bir resmini çizerek kafamızda tutmaya yarar.” (Connerton 2019, 123) Bunlar geçmişin yeniden canlandırılmasıdır, belleğin korunması ve aktarılması noktasında yeniden canlandırma bedensel pratiklerle sağlanmaktadır: “Bu tür yeniden canlandırmaların retorik inandırıcılığı, gördüğümüz gibi önceden belirlenmiş bedensel davranışlara dayanır.” (Connerton 2019, 123) Toplumsal belleğin tespitinde yazılı kültürün oluşturduğu kaydetme pratiğine bugüne kadar büyük önem verilirken sözlü kültür içinde değerlendirilen bedenleştirme pratiğine gereken ilgi gösterilmemiştir. Buna karşın Connerton, “Alışkanlık, ellerde ve vücutta taşınan bir bilgi ve bir anımsamadır ve bir alışkanlığın geliştirilmesinde “anlayan” bedenimizdir.” demektedir. (Connerton 2019, 161) Kitabı boyunca yaptığı analizlerin sonucunda şu iddiayı da ileri sürmektedir: “Her grup, korunması konusunda en çok endişe duyduğu değerleri ve kategorileri, bedensel otomatlara emanet edecektir. Geçmişin kafalarda, bedende tortusunu bırakan bir alışkanlık belleğiyle nasıl daha iyi korunabildiğini görecektir.” (Connerton 2019, 173)

Toplumların Anımsadıkları

Toplumların anımsaması konusunda Connerton, Toplumlar Nasıl Anımsar? adlı kitabında törenlerin ve törenlerde ortaya çıkan bedenleştirmenin işlevini -yukarıda özetlediğimiz biçimde- net olarak açıklamaktadır. Bizim toplumumuzun neleri anımsadığı hususunda bazı değerlendirmeler yapmak ise ayrı bir görev olarak karşımızda durmaktadır. Bu görev noktasında; bilinç, bilinç dışı ve anımsama konularında psikanalitik yaklaşımın kurucusu Freud’u ve onun Musa ve Tektanrılı Din kitabını da yardıma çağırmak, kanaatimizce faydalı olacaktır. Musa ve Tektanrılı Din adlı kitabında Freud, toplumların anımsaması konusunda Yahudiler üzerine ilginç bir görüş ileri sürer. Freud, Yahudi toplumunun Musa'yı öldürdüğünü ve onun izlerini yok ettiğini söyler. Coşkulu bir istek ve güdüyle Musa’yı öldüren bu topluluk, aynı zamanda suçluluk duygusuyla yaptığı işi unutmaya yönelmiştir. Yahudi toplumu tarafından Musa ve anlayışı, bilinç düzeyinden bilinç dışına itilmiştir. Bu şekilde baskılanan Musa ve mesajı, sonradan daha güçlü olarak geri dönmüştür. Çok güçlü bir şekilde geri dönen bu inanç veya düşüncenin eski temel özelliklerini koruyup korumadığı ise -bizim düşüncemize göre- ayrı bir hususu ortaya çıkarmaktadır. Çünkü haftalık, aylık veya yıllık törenlerle bedenleştirilip yeniden anımsanan düşünce veya inanç, aslında eskinin deforme edilip yeniden biçimlendirilmiş hâlidir. Bu örneğin benzerini, ülkemizde de görmek mümkündür. Bir dönem yoğun baskılanan dinî anlayış, aynı şekilde öncekinin karikatürü olarak çok güçlü ve sert biçimde geriye dönmüştür. Artık burada hayata geçirilen pratikler, önceki din anlayışı ve din pratiğinden farklıdır. Genel olarak ana ögeleriyle tasfiye edilen ve bilinç düzeyinde baskılanıp bilinç dışına itilmeye zorlanan Osmanlı veya İslam algısı için de aynı durum söz konusudur. Bu açıklama modelini Hz. Peygamber ve hemen sonrası gelişen olaylara da uygulayabiliriz. Çünkü Yahudilerde yaşanana benzer durum, Hz. Muhammed’den hemen sonra yaşanmıştır. Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu din ve bedenleştirdiği pratikler, hayattan kovulmuştur. Bu noktada İbni Haldun'un Emevî yönetimiyle birlikte Arap toplumu rahat etti mealindeki görüşünü de hatırlamak yerinde olacaktır. Çünkü Hz. Muhammed’in mesajı Arap örfüne uydurulup ters yüz edilmiştir. Hz. Muhammed’in ailesi ve akrabaları öldürülürken Hz. Peygamber ve mesajı da manen öldürülmüştür. Sonraki dönemde ortaya çıkan ihya ve yenilik hareketlerinin büyük bölümü de hem dönemsel koşullar ve reaksiyoner oluşlarıyla hem de metodik açıdan mesajı doğru yorumlayıp bir teorik çerçeve ve pratik geliştirememeleri nedeniyle İslam'ın karikatürü ya da carpık hâli olmaktan öteye gidememiştir. İslam’ı yeniden diriltme çabaları, ümmetin/toplumun hatırlamasındaki maluliyetten kurtulamamıştır. Bunun bariz örneklerinden biri, nevrotik bir durum olarak Hz. Hüseyin’in şehadeti ve sonrasında da gözlenebilir. Hz. Hüseyin’e sahip çıkmayan ve ona destek olmaktan uzak duran toplum, bir süre sonra Hz. Hüseyin’i muhteşem yas törenleriyle, abartılı ve kanlı anma gösterileriyle anımsamıştır ve bu törenler yüzlerce yıldır devam etmektedir. Aynı şekilde bu örnek de çok net bir baskılama sonrası dönüş ve nevroz vakası olarak yorumlanabilir.

Hurafe ve İhtiras

Görece yakın tarihimizde de din ve pratikleri, baskılanınca toplumun bilinçaltına itilmiştir denebilir. Merkezden çevreye, şehirden kasaba ve köye itilen oralarda da rahat bırakılmayıp iyice baskılanan din, görünürlüğü azalıp etki gücünü yitirmiş olsa da toplumun bilinçaltında/bilinç dışında güdü, itki, dürtü ve baskılama mekanizmasıyla varlığını sürdürmüştür. Baskılanan şeyin, baskının şiddeti oranınca daha sert ve güçlü dönüşü gibi dinin de geri dönüşü sert ve güçlü olmuştur. Âdeta bir tören çağrısı olan ezanın ontolojik yapısından soyutlanarak Türkçeleştirilmesi, eski harflerin lanetlenmesi, dinî görünümlerin yasaklanması, onları yok etmemiş; tam tersine onlara bilinç dışı bir dinamizm kazandırmıştır. Din öncekinden daha farklı bir nitelikte geri dönmüştür. Dönüş yapan dinî anlayış öncekinden daha sert ve kuralcı ve görünüşte daha ahlakçıdır. Toplumun komploculuk, bilgisizlik, akıl yerine his ve saplantılara dayanan genel sorunlu yapısının da etkisiyle dönüş yapan dinin, dinin özü ve esasıyla ilgili olmaktan çok hurafeye dayandığı değerlendirilebilir. Çünkü görünürleşen ve gövdeleşen güncel din; daha duygusal, daha bilgisiz ve daha katı özellikler göstermektedir.

Bilimsel ve sahih esaslara dayanmayan güncel dinî anlayış, baskının şiddetinden ve toplumun genel hastalıklarından, yoksulluk ve yoksunluğundan ve de ilke bilmezliğinden beslenerek muhteris niteliklerle donanmıştır. Hurafe ve ihtiras temeline dayanan bu anlayışın, toplumun genelini etkilediğinde var olan yapı ve değerleri de çürütücü bir etki gösterdiğini düşünebiliriz. Bu doğrultuda yine söz konusu anlayışın kendine var oluş imkânı sağlayan, tekrar hatırlanan ve yeni kurulduğu iddia edilen baskı öncesi dönemin de çok gerisinde, değişmiş ve çarpık bir anlayış olduğunu, toplumsal bünyede ve zihinde yıkıcı etkilere yol açtığını iddia edebiliriz. Artık, törenlerle korunup aktarılan din, orijinal hâlinden tanınmayacak derecede uzaklaşmış bir dindir. Velhasıl, Toplumlar Nasıl Anımsar? adlı kitabı Freud’un adı geçen kitabındaki yaklaşımını da dikkate alarak okumak, okuyucuya bambaşka ufuklar açacaktır. Connerton’un bu kitabı, toplumsal bilinç ve belleğin nasıl korunup aktarıldığı, geçmişin nasıl hatırlandığı ve yeniden canlandırıldığı konularına kafa yoran okuyucular için ısrarlı tavsiyeyi ve büyük övgüyü hak ediyor. Bu konuda yeni düşünceler geliştirecek ve son sözü söyleyecek olanlar ise yine hem bu yazının hem Cannerton’ın kitabının muhtemel okuyucularıdır diyebiliriz.

Paul Connerton, Toplumlar Nasıl Anımsar?, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2019

 

(SEBÎLÜRREŞAD dergisinin Ağustos 2023/Muharrem 1444 tarihli 1089. sayısında yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.