İçim devri kapanmış bir kale gibi, muhasara altında, tedirgin ve korkulu…
Kale içinde sürüklenen bir şeyler var, kalenin duvar diplerine ulaşmış
bir seyl…
Kalenin burcundan atılacak bir şeyler var; boşluğa, sele, ırmağa, denize
savrulacak şeyler…
Kuvvetli bir rüzgârın zoruyla sürüye sürüye götürülen, iki kollarından
tutulup yargısız yargılamasız atılan bir şeyler…
Nasıl, niye, neden ve niçinler?
SEYL
Çamur, pislik, çöp, moloz, kusmuk ve irin halitası bu seyl; başlamış, süren ya da bitmiş ama hatırlanan her güzelliği; taşınmış, beslenmiş, görülmüş ama gösterilmeyen ya da görülmemiş ama gösterilen her iyi niyeti; yapılan, yapılacak, yapılmış, yapılmış da unutulan, yapılmamış da bir köşede usluca duran her iyiliği önüne katıp götürsün de
öyle yazarım dedim olmadı.
Çamur, pislik, çöp, moloz, kusmuk ve irin halitası bu seyl; içimizde ruhumuzun kıyısında köşesinde ya da tam ortasında duran her güzelliği; kokuşmuşluğa ve pisliğe buladığı, sahip olunan, bilinen yaşanan ya da yaşanmayan her doğruluğu tanınmaz hâle getirsin, kapkara bir okyanusa sürüklesin de
öyle yazarım dedim olmadı.
Çamur, pislik, çöp, moloz, kusmuk ve irin halitası bu seyl; kalp
atışlarını, gönül sevinçlerini, yürek kıpırtılarını, tüm dinginlikleri ve güzel sözleri yutup yosunlu dev bir oluğa götürsün de
öyle yazarım dedim olmadı.
Seylle gelen heyelan; görülmüş ya da görülecek çiçek bahçelerini, söz
ferahlıklarını, sohbet mutluluklarını koparıp taşısın, devasa bir çukura atsın
da
öyle yazarım dedim olmadı.
Gözyaşları dinsin, konuşmalar bitsin, sorular sussun, yaralar kapansın
en azından kabuk bağlasın da
sonra yazarım dedim olmadı…
CEMAAT VE EN CENAZE
Bir perşembe akşamı geldi ölüm, bir yırtıcı gibi indi ihtiyarın kıvırcık ve seyrek saçlarına…
Hep yokluk içinde, hep yoksun, hep yoksul; hep yalnız, hep acılı, hep ihmal edilmiş, ömrü hep borçlu, ömrü hep verecekli, ömrü hep sorgulu ihtiyar, bir kuş oldu akşamın darında...
“Bize her şey diyebilirler ama hırsız diyemezler.” derdi, kendine hırsız
dedirtmeden gitti…
Emekli olmadan, emeklerini sayamadan, emeklerine bakamadan ihtiyar, “Biz
ancak kalbimize yeniliriz.” dedi ve kalbine karşı yaşadı en büyük izmihlali...
Bir perşembe akşamı geldi ölüm ve kuş olup uçtu ihtiyar…
"Er kişi niyyetine..." derken imam; cemaat, cemaatten çok cenazeydi…
Üzüntü ve şaşkınlıktan yapılmış gibiydi herkesin yüzü.
Bir kış günüydü, ruhlar kış, bakışlar kış, zaman ve mekân kış idi.
Bir cuma gününün akşama doğrusunda hava, tebessümle selam eden sonbahar
güzeliydi.
Bir kış günü sonbahar güzelliğindeyken hava; cenaze, tüm cenazelerden
daha cenazeydi, ihtiyarsa artık hiç ihtiyarlamayacak bir ihtiyar…