ŞEHRİ
DÜŞÜNMEK
Şehri düşünüp, şehri konuşuyoruz.
Çoğu sohbet ve yazılarımızın konusunu şehir oluşturuyor. Şehir üzerine geliştirilen
ya da yoğunlaşılan bunca düşüncenin sebebi nedir? Bu soruya farklı cevaplar
vermemiz mümkün.
Eskilerden beri şehir, düşünce
adamlarının düşünce nesnesi olmuş. Sanat adamlarının eserlerinde ise bir konu
ve malzeme… Somut işleri olan sanat adamları; mimarlar, oymacılar,
mobilyacılar, peyzajla uğraşanlar şehri güzelleştirmek için uğraşmışlar. Soyut
meselelerle uğraşan sanatçı ve bilginler de öyle. Mimar Sinan, Selimiye’yi,
Süleymaniye’yi ve diğer eserlerini inşa ederken bunu düşünmüş. Farabi Medine-i
Fazıla’yı yazarken “Erdemli Şehri” düşünmüş. İbn-i Haldun şehir ve şehirliler
konusunda medenililik ve bedevililik bahislerine girmiş, sosyolojik incelemeler
ve düşünceler üretmiş. Öyleyse, şehir üzerine düşünmek gibi bir gelenek var
ortada ve o geleneğin devamı olarak şehri düşünüyoruz.
Şehir, medine, site veya kent
üzerine düşünmemiz modernleşememiş, feodal dönemde kalmış, imparatorluklar
çağını yaşayan bir hâlin eseri de olabilir. Mekân olarak aynı mekân, dünya aynı
dünya ama zaman, modern zaman. Belki şehri böyle boyutlu düşünmek anakronik bir vak’a olarak çıkıyor karşımıza.
Belki de nostalji. Çünkü zaman modern ulus-devlet zamanıyken, mekân
ulus-devletin üzerinde konumsallaştığı bir coğrafya, belli bir toprak yani dikenli
tellerle pasaportlarla çevrili bir toprak parçası iken şehri düşünmek bir tür
gerilik alameti olabilir. Tam tersine, bazı yerlerde çok sağlam olmasına rağmen
prototiplerine baktığımızda gördüğümüz, modern-ulus devletin değişimiyle
küçülen yönetim gücü ve katı sınırlarla belirlenmiş toprak anlayışına karşı bir
düşünce olarak, ileri bir aşama veya postmodern bir durum da olabilir. Her şeye
rağmen şehri düşünmek moderne bir isyan gibi duruyor. Çünkü şehir, sınırları
tel örgülerle belirlenmiş toprak anlayışlarına karşı duruyor. Şehirler, tel
örgülerle birbirinden ayrılamayacak ve etkileri vizelerle sınırlandırılamayacak
kadar kardeştirler. Semerkant, İsfahan, İstanbul, Bursa, Saraybosna, Belgrad
veya Viyana akrabadır birbirine.
Yenilmiş medeniyetin çocukları
olarak yeniden diriltmemiz gereken tarihi sorumluluklarımız bize şehri ve
şehirlerimiz düşünme görevi de veriyor. Çünkü mirasını devraldığımız değerler
bir şehirde hayat bulmuş, şehirli insanlara hitap etmiş, şehirde kurumlaşmış;
önce adam gibi bir şehir medine, sonra medeniyet olmuştur. Buna dayanarak
diyebiliriz ki:
Şehri düşünmek, yapay bir kavramlara
ve onlarla düşünen insanlara ve onların yönetimi olan sınırlarla belirlenmiş
daracık geniş olsa bile bunaltıcı yerleşimlerine karşı, bir güzel site ve şehirlerin birliği arayışıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.