Köksal Alver’in Siteril Hayatlar kitabı, dikkat çekici bir ada ve aynı oranda ilginç içeriğe sahip. İncelediğimiz baskı, kitabın ilk baskısı ve Ocak 2007’de yayımlanmış. Yazar, kitabının ön sözünde yaşadığı bir olay üzerine kendisine “Neden siteler yahut siteril hayatlar? Neden mahallenin ve sokağın terk edilmesi, ıssızlaşması? Neden gösterişçi tüketim, statü merakı, imaj?” sorularını sorduğunu ardından “mekânın değişimini gösteren bu gelişmeyi” incelenmeye değer bulduğunu ve güvenlikli site olgusunun nedenlerini araştırmaya başladığını söylüyor. Yazarın belirttiği gibi bu gelişme; mekânların ve mekân algılarının, mekânla birlikte hayat tarzlarının değişmesinin de bir göstergesi olarak düşünülmelidir. Yazar İstanbul’daki güvenlikli siteler üzerine farklı çalışmalar yapılmasına karşın özellikle metropollerin dışındaki kentlerde güvenlikli site araştırmalarının hemen hemen hiç yapılmadığını söylüyor ve kitabında Konya’daki siteleri incelemesinin gerekçesini de açıklamış oluyor.
Siteril Hayatlar derken yazar,
“site” çağrışımı olsun diye kelime oyunu yaptığını söylüyor. Yani “steril”
kelimesini “siteril” olarak kullanmış. Bizim yazı başlığımız da yazarın bu
oyununu iyice pekiştirmek için seçildi: Site-ril Hayatlar. Alver’in kitabında Siteril Hayatlar
başlığının altında “Kentte Mekânsal Ayrışma ve Güvenlikli Siteler” altbaşlığı
kullanılmış. Kitap dört bölümden
oluşuyor. İlk bölümün başlığı “Kültür, Kimlik ve Mekân”, ikinci bölümün başlığı
“Kentte Mekânlar ve Hayatlar”, üçüncü bölümün başlığı “Güvenlikli Siteler ve
Siteril Hayatlar”, dördüncü bölümün başlığı ise “Bir Güvenlikli Site
Araştırması” olmuş. Kitabın ikinci baskısında bölüm sayısı üçe düşürülmüş ve
kimi bölüm adları ve altbaşlıkları değiştirilmiş. Daha başta kitabın ismi bir
yargı taşıyor ve bu yargı olumsuz. Kitap boyunca örtük bir dille site olgusu
olumsuzlanıyor. En başta “steril” kelimesi bu noktaya taşıyor bizi. “Steril”
Batı dillerinden gelmiş bir kelime ve "verimsiz, kısır" anlamına
geliyor, ayrıca Türkçe karşılık olarak bu kelimeye "her türlü mikroptan
arınmış" anlamında “arınık” önerilmiş özellikle tıptaki kullanımı için. Bu
arınma, doğal olarak kitaba başlık olurken diğer insanlardan arınmayı anlatıyor.
Site, kitap
boyunca
“Kentlerde,
belirli bir merkezden yönetilen, genellikle güvenliği sağlanmış toplu yerleşim
merkezi” anlamıyla kullanılıyor. Kastedilen bir kompleks anlamında kültür
sitesi veya sanayi sitesi değil.
Kelimelerle
başladığımıza göre, yazarın kitap boyunca doğrudan ifade etmediği ama kitabının
başlığı ve altbaşlığında açıkça olumsuzladığı “site” olgusuna bakışını daha iyi
anlamak için kelimelerle devam edelim. Siteril “arınık” olduğuna göre hayat
kelimesi de “canlı ve sağ olma durumu” olarak değil de “hayat biçimi, içinde
yaşanılan şartların bütünü, yaşantı” anlamında kullanılıyor. Yani kitap, siteleşme
olgusunun arınık kendi dışındaki dünyadan tümüyle kopuk bir yaşama biçimi
olduğunu iddia ediyor. Altbaşlık da bu ayrışmanın gerekçesini -yazara
göre bahanesini- veriyor: Güvenlikli Siteler. Kitabın henüz başındayken sonunda
yazarın nereye varacağını anlıyoruz, suçlayıcı ve yargılayıcı olduğu sezilen bir bakışı yakalıyoruz. Bu durum yazımızın
da kitap tanıtımı olmasından da öte bir değerlendirme/eleştiri yazısına
dönüşmesine yol açıyor.
Mahremiyet
kaygısı toplumumuzun ortak değeri ve bu kaygı hepimizde var. Apartmana veya kendi değerlerinden uzak
semtlere ısınamayan halkımız sitelere nasıl bu kadar güçlü bir arzuyla yöneldi?
Bu durumu iyi değerlendirmek gerekiyor. Mesela güvenlik kaygısı, eski mahalle kültüründe
de olan bir kaygıydı; ama çevreyi bilmek tanımak mahalle insanını
rahatlatıyordu. Mahallede kimin ne yaptığı az buçuk biliniyordu. Sitede
komşular apartman hayatına göre daha fazla birbirini tanıyor biliyor.
Güvenlikçiler ise ziyaretçi ve akrabalara kadar herkesi tanıyor. Seçkincilik
arayışını inkâr etmeden bunun daha çok bir mahremiyet arayışı olduğunu da kabul
etmemiz lazım. Müstakil evinin satıp siteye taşınan siteye kendini mahkum eden
tanıdıklarınız yok mu hiç? “Neden böyle davranıyorsunuz?” deyince “Apartman
arasında açıkta kalmış, fazla dikkat çeken bir evimiz vardı.” sözleri belli bir
utanma ve mahremiyet arayışının eseridir. Dikkat çekmeme, çokça görünür olmama
isteği geleneksel bir değerimiz olarak düşünülmelidir. Yoksa güvenlikçiye kim
güvenecek bu da bir risk değil mi? Dünyanın en önemli otellerinde bile
hırsızlık olabilir, en güvenlikli yerlerinde bile çocuklara yönelik suç işlenebilir.
Site
insanı ve site çocukları apartmana göre daha kaynaşık ve eski mahalle
kavramının yerini adeta siteler almış. Çocukların rahatça oynayabildiği kendi aralarında
sosyalleşebildiği mekânlar bunlar. Site çocukları, diğer site çocuklarından da uzak
değiller. Bizim komşu mahalle kavramının yerini komşu site almış durumda. Sitelerde
konfor ve rahatlık inkâr edilemez. Su kesintisine karşı su deposu elektrik
kesintisine karşı jeneratör var. Bunun yanında sosyalleşme daha fazla ve sitedekilerin
hayatı daha iletişime açık. En azından çocukların oyun alanlarında sohbet eden, tanışan, arkadaşlıklar kuran site sakinleri gerçeği var. Sokaklarında delilerin
bile rahatça gezdiği, komşunun bahçesinden elma aşırılan çocukluğumuzun
mahallelerinden sonra ilk arkadaşların edinildiği aynı parkta yan yana
salıncakta sallanılan site günlerinin özleneceğini hayal etmek hiç de zor
değil. Site mantığı yeni bir komşuluk yeni bir hayat tarzıdır evet. Buradan
yepyeni bir yönetim ve değer çıkarmak mümkündür. Apartmanda da bir yönetici
olmasına rağmen apartmandakiler birbirinin hayatından çok uzaktır, sitelerde
öyle değil. Çadırdan siteye doğru yürüdüğümüz süreç var sanırım ortada ve bu
süreç, genel anlamda belki de aradığımız değerleri oluşturmak için bir basamak
görevi üstlenecektir.
Siteler,
zenginlerin harcı olmaktan çoktan çıktı. Ekonomik konutların bulunduğu siteler
de mevcut artık. Burada Türk milletinin yeni bir yöneliminin olduğunu görmek
gerekiyor. “Zenginler sitelerde, yoksul halk dışarıda” eleştirileri şekilci
değerlendirmeden öteye gidemiyor. Toplu konut deneyimlerinden de hareketle
söyleyebiliriz ki siteler, geleceğin konutlaşma ve şehirleşme sürecine yön
verecek gibi görünüyor. Bu tarz bir şehirleşmeyi geleneklerimizle uyumlu hâle
getirmek gerekiyor. Milletimizin yöneliminde bizim değerlerimize uygunluk göze
çapıyor zaten. Ama bunun düşünsel altyapısını veya halkın bilinçaltını
çözümlemek bulduğumuz verileri geliştirmek gerekiyor. "Cibril komşu hakkında o
kadar tavsiyede bulundu ki nerede ise komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım." hadisinin işareti yönünde bir site oluşumu üzerinde
düşünülebilir, daire ve blok sayısı netleştirilebilir. Modern tıbbın
verilerinden de faydalanarak yeni bir sentez oluşturulabilir. Mesela geriatri
uzmanları; 8. Kat ve yukarısında oturan yaşlıların depresyon oranının
yüksekliğine dikkat çekiyor. Çok yüksek yapıların onların ruhsal sağlığı için
uygun olmadığını söylüyor. Bu ve benzer konular üzerinde düşünüp projeler
üretmemiz gerekiyor.
Okunabilir
ve okunduğunda ufkunuzu açabilir kitaplardan biri Alver’in kitabı. Alver’in yaklaşımı,
tüm olumsuz bakış açısına rağmen “Anlamıyorum nasıl otururlar?” tarzında değil
de “Niye oturmak istediklerini anlamak istiyorum?” tarzında. Bazı endişeler
taşıdığı da malum. Bu endişelere Latin Amerika’da ve Güney Afrika’da bazı
sitelerde görenlerin şahit olduğu o siteler için anlatılan yüksek site
duvarlarında kalaşnikoflu güvenlikçilerin gezdiği; sosyal adaletin olmadığı,
gelir dağılımın zalimce olduğu, zenginler ve yoksullar arasında bir uçurumun
olduğu durumun simgesi siteler değil kastımız. Zaten böylesi bir durum, toplum
olarak başarısızlığımız ve çöküşümüz olur. Tam anlamıyla değerlerden kopuş olan
bu durumun bizde yaşanmayacağını düşünüyor site olgusuna olumlu bakıyorum. Bununla
beraber benzer araştırmalara yön göstermesi ve öncülük etmesi, geleneksel
olarak bizi biz yapan değerlerle etkileşim içinde yaşayacağımız evler, binalar ve
şehirler oluşturma yolunda düşünce ve bilgi üretmeye dönük gayretinden dolayı
yazarı tebrik ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz kaydedilmiştir. Teşekkür ederiz.